batsın lan o zaman bu dünya denen durumdur. koskoca dünya verilmiş elinize neler neler görmüş ayakta kalmış atalarınız. buzul çağı mı dersin,taş devri mi dersin tunç devir mi dersin. ama yılmamış ve yok olmamışlar.
sonra 3-5 ibne çıkıp mülkiyet diye birşey uydurmuş; senin toprağın benim toprağım derken toprak olup gideceklerini anlamadan girişmişler.
o yetmemiş arkalarına adam toplayıp olan topraklara sınır koymuşlar adına ülke demişler. o yetmemiş ordular kurup sefere çıkıp sağa sola saldırmışlar.
ordu olayında gaza gelip paralarının alayını buralara gömmüşler ve hiç kullanmayacakları silahlara ve askerlere herşeyden çok para harcamışlar.
ulan neyi paylaşamıyorsunuz. insanoğlu zaten ölümlü,toprak dediğin geldiğin ve gideceğin yer zaten.
hadi bizleden öncekiler gelişmemişti filan filan da bu nedir arkadaş. şu topraklarda kaç ülke geldi gitti yıkıldı.
siz hala neyin peşindesiniz lan? koca dünyayı vermişler siz siz kendinizi bir sınıra hapsetmişiniz öte yana geçmek için pasaporttur vizedir koşturuyonuz.
neredeyse alayınızın hayatı koskoca dünyada gezinmek hayattan tat almak yerine bir kaç kilometrekarelik alanda yaşayıp son buluyor.
aga artık bırakın sınırları,bayrakları ve yıkın tüm orduları. yaşayın.
gayet de normal olan durum. her şey bir tarafa mülkiyet kavramı bir kaç kendini bilmezin uydurduğu bir şey değildir. keşke öyle olsaydı da bugün mülkiyet kavramını yıkmak da o kadar kolay olsaydı. mülkiyet, saklanabilir malların ortaya çıkmasıyla birlikte ortaya çıkmış bir kavramdır. çok önceleri insanlar toplayıcılık ve avcılıkla geçinirlerdi. tüm bu yiyeceklerin hızlı tüketilmesi gerektiği için herkes ihtiyacı kadar alıyor ve kullanıyordu. yani mülk edinmeyi gerektirecek fazla bir şey yoktu. ne zamanki insanlar tarım yapmayı öğrendiler, depolanabilir yiyecekler keşfedildi vs, işte bu dönemden sonra gayet doğal bir şekilde mülkiyet kavramı ortaya çıktı, sonrasında sosyal sınıflar ortaya çıktı falan filan. türklerde pek katı bir sınıfsal yapıya rastlanmamasının da en temel sebeplerinden birisi budur mesela. çünkü türkler yerleşik hayata ve tarıma dayalı bir ekonomik sisteme daha geç bir dönemde geçmişlerdir.
işte taa o dönemlerden bu güne değişen fazla bir şey yok aslında. siz kölelik kalktı zannediyorsunuz. kitaplarda öyle yazıyor çünkü. ama aslında köleliğin bittiği falan yok. bunu en iyi, amerikan iç savaşını incelediğiniz zaman anlarsınız. kuzayliler neden köleliği kaldırmak istemişler bir bakın bence. işte bugün gelinen noktada da kölelik, bir çeşit işçiliğe ve memurluğa evrilmiştir. değişen budur sadece.
geçenlerde oldukça büyük bir şirkette, kaymak bir pozisyonda çalışan bir abimiz söyleşiye geldi okulumuza. bir olaydan bahsetti. anlattığına göre fabrikada çalışan genç bir kız, bir öneride bulunmuş iş verimliliğini artırmak adına. bu abimizin de aklına yatmış ve bu öneriyi uygulamaya geçirmiş. şirket bu ufacık projeden, ki maliyeti de sıfıra yakın, bir senede 5 milyon dolar kar etmiş. kıza da ufak bir ikramiye vermişler, muhtemelen 300-400 liralık bir bonus falan. bu abimiz de terfi almış tabi.
şimdi bu olayın bin yıl önce bir kasabada yaşandığını düşünün. bir toprak ağasının çalıştırdığı köylülerden birisi işleri kolaylaştıracak bir sistem ya da teknik geliştiriyor. hakikaten de işe yarıyor bu. bunun sonucunda herhalde toprak ağası, bu fikirden elde ettiği karın tamamını ya da büyük bir kısmını o köylüye vermez öyle değil mi? hiç sanmıyorum. ufak bir pay verir ve kendisinin olmayan bu fikir sayesinde elde ettiği kazancı da kendisine saklar. muhtemelen olacak olan budur.
peki iki resim arasındaki 7 farkı bulabilen var mı?
bu aralar tarih ödevim için bir sülaleyi araştırıyorum. ufacık bir aile bunlar, öyle çok tanınmış bir şey de değiller üstelik. ve adamlar bir buçuk asırdır hem osmanlıda hem de türkiyede çok önemli bürokratlar yetiştirmişler. daha 1900lerde çevrelerindeki insanlar hayatları boyunca köylerinden dışarı adım atamazlarken bunlar parise, berline yüksek öğrenim görmeye gitmişler. bugün bile o sülalenin bir çok ferdi önemli mevkilere gelmiş durumdalar, bazıları da işadamı. bundan bir arkadaşıma bahsettim, ne var bunda dedi. benim de atalarım osmanlıda önemli mevkilerde bulunan soylu bir aileymiş, dedemin babası bilmem neymiş, dedem şu, babam da bu. sadece üç dört nesilden bir kaç tane diplomat çıkmış falan. e kardeşim, sormazlar mı o zaman adama hani sınıf kavramı artık bitmişti, hani padişahlık babadan oğula geçmezdi diye? ayakta sikiyorlar bizi.
sınırlar ve ordulara gelince, kölelik düzeninin kalkmadığını sadece başka bir şekle evrildiğini anladığınız zaman bunların da sebeplerini o kadar kolay anlayabiliyorsunuz ki... çünkü nasıl ki bazı insanlar ekmek üreterek, su arıtarak, hastaları iyileştirerek para kazanıyorsa; bazıları da silah üreterek para kazanıyor. hem de diğerlerinin toplam kazançlarından kat kat fazlasını. işte o "soylu" insanların para kazanmaya devam edebilmesi için, sınırlara, düşmanlara ihtiyaç var. ne kadar çok düşman = o kadar çok silah ve o kadar çok para. ama bunu yaparken bindikleri dalı da kesmemek zorundalar. o yüzden soğuk savaş dönemi boyunca sovyetler ve abd tam olarak birbirleriyle savaşmamışlardır. işte bu düzeni korumak, soyluların daha soylu ve zengin, fakirlerin daha yoksul ve güçsüz kalabilmeleri için bunlara ihtiyaç var.