george Orwell in her devre hitab eden, bütün vatandaşlarını 7x24 gözlem ve baskı altında tutan bir rejimi anlattığı romanı.
günümüz Türkiye sini daha iyi yansıtan kitap hayvan çiftliği olsa bile 1984 u okurken de bugunumuzden izler görüyoruz.
oZellikle partinin politikalarının analiz edildiği bölümler çok çarpıcı ve ufuk açıcı. savaşlar neden gereklidir, zenginlik neden halka yayilmaz, siyasetçilerin temel amacı nedir...? gibi birçok analiz kafamda şimşekler caktirdi diyebilirim.
Hakkındaki yorumlara dayanarak aldığım, ancak nedense olay akışını beğenmediğim için yarıda bıraktığım eser. Bazı sembolize kelimeler ile çok güzel ifadelerde bulunuyor. Ancak tarzıma uymadığı için okurken haz duymadım. Tavsiye eder miyim? En azından biraz daha araştırsınlar derim çünkü çoğu insan kitaba övgüde bulunuyor ve başarılı bir yazar tarafından kaleme alınmış, bir şans verilebilir.
Büyük biraderin uğruna tarihin nasıl değiştirilip insanların nasıl yoksul bırakıldığı ve her şeyden bir haber yaşadığını anlatan george orwel romanı.Ne kadar tepki gösterseniz de sistemin zoraki parçası olursunuz düşüncesini anlatan bir kitap.
Romanın baş kahramanı Winston, kuralları hiçe sayarak aşık olduğu Julia ile birlikteyken ‘Düşünce Polisi‘ tarafından yakalanır ve nerede olduğunu bilmediği bir hücreye atılır. Bunu uzun bir sorgulama süreci izler. Amaç, Winston’ın iradesini kırmak, ona Parti’nin (alternatif?) gerçeklerini kabul ettirmek, hatta Parti’nin asla görünmeyen ama her yerde posterleri asılı lideri ‘Büyük Birader‘i sevdirmektir.
işkencelere dayanamayan Winston bir süre sonra iki kere ikinin beş ettiğine, köleliğin özgürlük, Tanrı’nın Parti olduğuna inanır.
Parti görevlisi O’Brien, Winston’a “Seni alt ettik … Onurun ayaklar altına alındı … Yalvar yakar oldun, aman diledin, herkesi ele verdin, bildiğin ne varsa söyledin. Bir insan daha fazla küçük düşebilir mi?” diye sorduğunda ise Winston muzaffer bir tavırla “Julia’ya ihanet etmedim” diye yanıt verir. Ve Parti’nin eline düşenlerin korkulu rüyası 101 Numaralı Oda’ya alınır.
Bu odada ‘dünyanın en kötü şeyi‘ vardır. “Dünyanın en kötü şeyinin ne olduğu kişiden kişiye değişir” der O’Brien. Kimine göre diri diri gömülmek, kimine göre yakılarak öldürülmektir en kötü şey. “Senin durumunda dünyanın en kötü şeyinin fareler olduğu anlaşılıyor” diye devam eder O’Brien, içinden sesler gelen bir tel kafesi Winston’ın yüzüne yaklaştırarak. Parti, Winston’ın kabuslarından bile haberdardır.
insanoğlu en ölümcül acıya bile dayanabilir, ‘ama herkesin asla dayanamayacağı bir şey mutlaka vardır.‘ Winston için dayanılmaz olan farelerdir. O’Brien Winston’a tel kafesin kapısını açtığında açlıktan kudurmuş farelerin uçarak yüzüne saldıracaklarını, gözlerinden ya da yanaklarından başlayarak dilini yiyeceklerini söyler. Winston daha fazla dayanamaz ve avazı çıktığı kadar bağırır: “Julia’ya yapın! Julia’ya yapın! Beni bırakın! istediğinizi yapın ona, umurumda değil. Yüzünü paralasınlar, her yerini yalayıp yutsunlar. Beni bırakın, Julia’ya yapın!” Winston sevdiğine ihanet etmiştir sonunda.
Okurken yer yer heyecanlandım. Hatta ananı avradınııı diye tepki verdiğim kısımlar bile oldu. Sizi hem cesaretlendirip hem de ümidinizi kıran olaylar var. Ve kitabın sonunda Winston'un düzene boyun eğmesi sizi hayal kırıklığına uğratabilir. Ama benim görüşüm kitabın asıl vermek istediği mesaj "yılanın başını büyümeden ezeceksin". Yoksa güçlenip seni zehirlediğinde artık o zehirden kurtulma şansın kalmaz.
george orwell'in muhteşem kitabı..
aristokrat bir ortamda büyümüş olan yazar, britanya imparatorluğu'nun sömürgesinde olan bazı ülkelerde görev almış. gördüklerine dayanamayan bu güzel abimiz, işçilerin yanında olmayı tercih etmiş, kitaplarında da bu konulara yer vermiştir.
bu kitabında oluşturduğu gelecekte üç polis devletinin oluşturduğu dünyada sisteme baş kaldırmaya çalışan bir adamın hikayesini anlatmakta.
okudukça tanıdık gelen olaylar dünyadan umudu iyice kesmenize sebep oluyor maalesef.
kitap 1984 yılında sinemaya uyarlanmıştır.
konusu faşist-yozlaşmış iktidarın eleştirilmesi. içerisinde düşünceşuçu, düşüncepolisi , yokkişi gibi kavramlar geçen distopya sayılan eserdir lakin artık distopya olduğunu düşünmüyorum çünkü ulaşılması gayet mümkünmüş Türkiye'de.