kanıtlarımızla yorumlayarak ilerleyeceğiz. önyargılı olmadan okumalı, varsa fikri paylaşmalı.
kurtuluş savaşı kazanılmış, 24 temmuz 1923'te lozan barış antlaşması imzalanmıştır. savaş tamamen bitmiş, misak-ı milli sınırlarımızdan birkaç taviz verilmiştir (musul, kerkük, batum, hatay).
Halide Edip Adıvar, Mustafa Kemal'e, "Artık biraz dinlenirsiniz Paşam. Çok yoruldunuz" deyince Mustafa Kemal, "Dinlenmek mi, daha birbirimizi yiyeceğiz" dedi.
herkesin birlik olduğu milli mücadele bitmiş, artık sıra siyasete gelmiştir. bu yüzden arkadaşlar milli mücadelenin bittiği 1923'e kadar olan hiçbir şeyi eleştiremeyiz. ancak 1923'ten sonrası siyasettir, eleştirilebilir, buna atatürk'ün uygulamaları da dahil.
Askeri başarı Mustafa Kemal'in prestijini olağanüstü arttırmıştı. Bundan sonra Meclis içinde siyasi tartışmalar yoğunlaştı. Muhalefet grubu, "Tek Adam" diktatoryasından korkuyordu. başını mustafa kemal'in çektiği Birinci Gruba göre de ikinci grup (mustafa kemal'e muhalif olanlar) "mürtecilerden" müteşekkil bir gruptu. Muhalefet grubu, askeri sorunlar çözüldükten sonra Mustafa Kemal'in şahsına karşı cepheden saldırıya geçti. Seçim kanununda bir değişiklik yapmak istedi, buna göre 5 yıl boyunca belirli bir seçim bölgesinde oturmamış bir kişinin milletvekili seçilmesi mümkün olmayacaktı. Bu öneri, bu koşulu kesinlikle yerine getiremeyecek olan Mustafa Kemal'i hedef alıyordu. Mustafa Kemal bu öneriyi ustaca bir manevrayla boşa çıkardı.
Bu açık saldırı kısa süre içinde karşılık buldu. Mustafa Kemal 6 Aralık 1922'de Halk Fırkası adında yeni bir siyasi parti kuracağını açıkladı. Kurulacak yeni parti hiçbir sınıf ve zümrenin sözcüsü olmayacak, tüm ulusu temsil edecekti.
ismet Paşa'nın başkanlığındaki heyet Lozan'da kıran kırana diplomatik bir mücadele verirken, Mustafa Kemal de ikinci Grup'un eleştirilerine hedef oluyordu. Heyet Misak-ı Milli için çok önemli olan Musul'suz bir çözüme razı oldu, bunun üzerine Mustafa Kemal ve ismet Paşa'ya karşı eleştirilerin dozu daha da arttı. 27 Mayıs 1923'te ikinci Grup'un etkili simalarından, iflah olmaz bir hilafet savunucusu, adeta resmi gazete gibi çıkan "Hakimiyet-i Milliye"nin karşısına "Tan" Gazetesi'yle çıkmış olan Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey, Mustafa Kemal'in muhafızı Topal Osman tarafından öldürüldü.
Bu cinayet büyük bir krize sebep oldu. 8 Nisan 1923'te ilerde CHP'ye dönüşecek olan Halk Fırkası'nın programını oluşturacak olan "9 Umde" adlı bildiri yayınlandı. 9 Umde'nin önemli noktaları şunlardı: Ulusal egemenliğe bağlılık, saltanatın kaldırılması kararının değiştirilmezliği, güvenliğin sağlanması, ekonomik ve sosyal alanda kalkınma, zorunlu askerlik hizmetinin kısaltılması ve ordu mensuplarının refahının sağlanması, bürokraside reform yapılması, ekonomide kişisel girişimlerin sağlanması...
Hemen arkasından da Hıyanet-i Vataniye Kanunu'ndan önemli değişiklikler yapılarak, muhalefet etmek, adeta vatan hainliğiyle eşdeğer tutuldu.
Artık Mustafa Kemal'in başını çektiği Birinci Grup dışında siyaset yapmak neredeyse imkânsız hale geldi. Bundan sonra seçime katılacak olan adaylar, Mustafa Kemal'e ve "9 Umde"ye bağlı olduğunu bildirmek zorundaydı. Bu yüzden sadece Paşa'nın onayından geçenler seçime katılabildi.
Böylece Mustafa Kemal'in deyimiyle "Kız gibi bir Meclis" oluştu ancak yine de Meclis onun için "dikensiz gül bahçesi" değildi. 24 Temmuz 1923'te Lozan anlaşması imzalandı. Şimdi sırada Türkiye'nin idare edileceği yeni rejimin adını koymaya gelmişti. Aslında yeni rejimin Cumhuriyet olacağı konusunda hemen herkes hemfikirdi. Siz bakmayın daha sonra Mustafa Kemal'in "Nutuk"ta "Cumhuriyeti bir sır gibi sakladım" demiş olmasına, Cumhuriyet sır değildi ancak Mustafa Kemal'in bütün gücü elinde bulunduran "tek adamlığa" gideceğine dair kuşkular vardı muhalefetin kafasında. Bundan sonra Cumhuriyet'in ilan edileceği 29 Ekim 1923 gününe kadar "Rejim Cumhuriyet olsun da, nasıl bir Cumhuriyet olsun?" tartışmalarıyla geçti.
28 Ekim akşamı Çankaya'da bir toplantı yapıldı. Toplantıda ertesi gün Cumhuriyet'in ilan edilmesi kararlaştırıldı. O gece Mustafa Kemal Paşa ile ismet Paşa, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda yapılması gereken değişiklik önerisini hazırladılar. Bu değişikliğe göre, "Türkiye devletinin şekl-i hükümeti Cumhuriyettir."
29 Ekim'de toplanan Halk Fırkası Meclis Grubu'nda öneri kabul edildi. Aynı gün toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi de Cumhuriyet'in ilanını benimsedi. Yine aynı gün yapılan seçimde Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı seçildi.
Cumhurbaşkanlığı seçimine Mustafa Kemal tek aday olarak girdi. 334 milletvekilinin bulunduğu Meclis'te 158 oyla Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı oldu. Yapılan oylamada ismet Paşa'ya da 1 oy çıktı.
Mustafa Kemal, kendisinden sonra gelecek olan Cumhurbaşkanı'nı işaret edercesine oyunu ismet Paşa'ya vermişti. (Her ne kadar sonradan ismet paşa'yı başbakanlıktan alacak ve cumhurbaşkanı olmasını istemeyecek olsa da).
334 milletvekilinin bulunduğu Meclis'te 176 kişi ne Cumhuriyet'in ilanına ne de Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı seçilmesine katıldı. Cumhuriyet'in ilan edildiği gün, Meclis'te birçok muhalefet milletvekili yoktu.
Yeni çıkarılan bir yasayla Cumhuriyet'in en tepesine "Cumhurbaşkanlığı" makamı yerleştirildi. Kanuna göre TBMM Cumhurbaşkanı'nı kendi içinden bir seçim dönemi için seçecek, Cumhurbaşkanı Meclis üyeleri arasından bir Başvekil atayacak, Başvekil de hükümet üyelerini yine Meclis içinden seçecek, hükümeti önce cumhurbaşkanının sonra Meclis'in onayına sunacaktı.
Ertesi gün Mustafa Kemal Paşa, ismet Paşa'yı Başvekilliğe atadı ve aynı gün ilk Cumhuriyet hükümeti ilan edildi.
Mustafa Kemal 1938'deki vefatına kadar, 1927, 1931 ve 1935'te olmak üzere 3 kez daha Cumhurbaşkanı seçildi.
Lozan'da "ekaliyetler" meselesi hal edildikten ve ardından Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 1921'de ilk Meclis tarafından kabul edilmiş olan ve "kadim toplum sözleşmesi olarak" bugün tarihteki yerini almış Teşkilat-ı Esasiye'de vücut bulan o "birleştirici ruh" yavaş yavaş terk edildi. Sadece Türkleri yücelten yeni bir ulus devlet kuruldu. Ermeni, Rum ve Yahudiler azınlık olarak kabul edildi. Geride kalan bütün Müslüman ahaliye de "Türk" demek, 1924'te kabul edilen yeni Anayasa'nın hükmü haline getirildi.
Bugün bile sancılarını çekmekte olduğumuz o büyük karmaşanın temelleri böylece atılmış oldu.