koyu bir beşiktaşlı olarak arsenal'in kazanmasını can-ı gönülden isterken, popescu o son penaltıyı atınca kendimi dizlerimin üzerine çökmüş, ellerimi havaya kaldırmış olarak bulduğum maç.
koyu fenerbahçeli olduğum döneme denk gelen maçtır..
dilimde arsenal kazansın derken yüreğim gs den yana idi..
hele birde kaptan bülent in kolunun kırıldığı halde bandajla maça devam ettiğini gördüğümde iddia ediyorum en koyu gs liden çok daha gs li olmuştum..
hele tafarel in o henry in kafasını çıkardığı pozisyonda maç bizim demiştim ve popescu nun penaltısıyla havalara zıplamıştım..
evet kupa türkiye ye gelmişti..
ancak aradan birkaç ay geçince ve fenerbahçe olarak biz johnson un golüyle ali sami yen i sessizliğe bürüdüğümüzde insanlar sırt pırt bizim uefa kupamız var sizinse türkiye kupanız bile yok demesiyle o akşamı düşündüm durdum..
bazılarının hala yediremediği maçtır. diyorum çünkü, ya kardeşim aradan 11 sene geçmiş, lig de şuan birincisin ,gs nin durumu içler acısı,10 da 10 yapmşsın rakibini yeni stadında ilk sen yenmişsin ama hala gelmiş burda çamur atıyosun.
bunlar gibilerle ama bir araya gelme sakın bu muhabbet açılmasın ,muhabbet açılır açılmaz " o zaman ben gs yi tutmuştum.babamlar caddeye turlamaya çıkmıştı .( sktr ulan) " derler.
o güne gelirsek te anlatılmaz yaşanır bir gün dü işte.
thierry henry nin bi kafa vuruşu vardı. kafa atarken aynı anda kale arkasında ki fotoğrafçılara poz vermişti ama tüm bunlara rağmen unuttuğu bir şey vardı. evet tam da topun kaleyle buluştuğu noktaya taffarel ışınlanmıştı adeta. hala hayatımın kurtarışı olarak hafızamda yer alır bu pozisyon...
maça yarım saat kala mahallemizde elektrikler kesilmişti.
tabi hemen telefonlara sarılarak en yakındaki eşi dostu akrabayı arayarak elektriklerin olup olmadığını öğrendik. akrabamıza gitmek için evden dışarı çıktık ve mahallenin yarısının dışarıda olduğunu gördük. hemen herkes telaş içinde...
yola koyulmaya başladık ve "elektrikler geldi" sesini duyunca hemen geri döndük. bir heyecan, bir panik...
maç başladı, izlemeye başladık. sonra...
sonrasını bilmiyorum, hatırlamıyorum. maç için bir iki pozisyonun dışında hiçbir şeyi hatırlamıyorum. maç bittikten sonra da hatırlamıyordum, şuan bile hatırlamıyorum zaten son hatırladığımda "haydi popescu! haydi oğlum!" cümlesiydi.
o bir başkaldırıştı, isyandı, gururun, onurun, sevginin doruk noktasıydı. bağırmıştım, çok bağırmıştım. ya da bağırdığımı hatırlıyorum, zira o an bile sesimi duyamamıştım. hatırlamıyorum.
belki de bağırmamıştım, hatırlamıyorum.
sevincin büyüklüğünü izah edemiyorum, 27 yaşındayım, hatırlamıyorum.
inanmıştık ama, o kupayı alacağımıza inanmıştık. o maçı kazanacağımıza inanmıştık. büyük maçlar oynanmıştı, çok zor maçlardı... o kupayı kazanmanın zorluğunu en iyi anlatan, enteresandır ama rıdvan dilmen olmuştur. "o dönemki uefa kupası, şu an ki şampiyonlar ligi kupasını kazanmanın zorluğuyla eş değer"
hani hep diyoruz ya, ey galatasaray! öyle şeyler yaşattın ki uğrunda ölmeye değer diye...
para içinde yüzen avrupa kulüpleri, büyük devletler, lobiler, kulislerde maç ayarlamacalar v.s. yani bir türk takımı için oldukça uzak görünüyordu, hatta imkansız görünüyordu.
kompleksi olmayan her türk insanını gururlandıran maç. aynı fikirde olmayanların kuyruk acıları için merhem öneriyormuş doktorlar.
galatasaray adının olduğu her yerde umut vardır sözünün doğruluğunu göstermiştir bu maç. çoğu insan belki inanmıyordu bunun olabileceğine ki buraya gelene kadar ne zor yollardan geçti o takım. bir leeds deplasmanı mesela...
hakkında çok uzun yazarım ama buradaki ciğersizler hak etmediği için gerek yok. hakkında tek üzüldüğüm şey babamla birlikte izlememiş olmamdır. gerisi tarifsizdir. daha bu başarının yarısını yakalayamayanlar hiç karalamaya çalışmasınlar. keşke kendileri de yapsalar da alkışlasak.
ayrıca galatasaray taraftarının vizyonunu genişleten maçtır.
Maçın zamanı Lisedeydik. Maç olur, gece avaz çıktığınca bağırılır, eğlenilir sevinilir. ertesi gün bütün türkiye bayram havasına bürünmüş bir şekilde okula gidilir ve 19 mayıs gelmeden 2 bin kişilik okul kendi kendini tatil eder ve öğrencilerin hepsi asarak kupanın kazanılmasını kutlamıştı. Arkadaşların birinin getirdiği tam boy efsanevi kadronun posteri okul sonuna kadar okulun Yemekhane-kantininden inmemiş üzerine de bir de aynı yaz Süper kupa Türkiyeye gelince daha da bir sevinilmiş, ertesi yıl da oynanan efsanevi şampiyonlar ligi maçlarıyla 2 yılımız futbola doyarak geçmiş akabinde dünya kupasıyla yine aynı kadronun bize yaşattığı sevinç en azından 3-4 yılımızı gururla dolaşmamızı sağlamıştı.
ey gidi günler. O zamandan şu güne gelince, bizim futbolcu türkiye liginde bilmem kaç gol attı asist yaptı, biz de q7 var olm çoh gral futbolcu, nası çaktık size ligde muhabbetleri çok sığ, basit ve lüzumsuz gelmektedir.
fanatik fenerbahçeli, trabzonsporlu, beşiktaşlı, bursasporluların hatırlamak dahi istemediği maç. çünkü onlar için sadece kendi takımlarının başarısı önemlidir. tabi canım, ülke puanı ne anlam ifade ediyor ki?
ülkesini gerçekten seven her objektif futbolseveri sevinçten ağlatmıştır nihayetinde. inşallah aynı günü galatasaray ya da başka bir takımımız tekrar yaşatır.
hiç unutamadıgım maçtır. ilçe meydanına dev ekran kurulmuştu. şu anda meydanın göbeginde olan dershane binası yapım aşamasındaydı. inşaata çıkış yasaktı tabi benim mahallemde bana yasak sökermi. Meydanda igne atsan yere düşmez o maçı izledik. ve maç sonu konvoyada katıldım ortamada uydum eglendim.
NOT: 330 nolu entry sahibine istinaden belirtmek zorunluluğu hissettim. Fanatik Trabzonsporluyum ve orda maçı izlediğimiz arkadaşların yarısı Trabzonsporluydu..bilip bilmeden atıp tutmayalım.
hayatımın maçı. izleyipte duygusunu tarif edemediğim maç. 8 yaşındaydım bu maçı izlerken. kopenhag'da parken stadında oynanan bu maç uefa kupası finaliydi. bir türk takımı tarihinde ilk kez uefa finaline kalmıştı. maçı ispanya'dan lopez nieto yönetmişti. galatasaray'ın maça çıkardığı 11 şöyleydi.
taffarel, capone, bülent, popescu, ergün, okan, ümit, suat, hagi, hakan, arif. hatırlıyorumda emre cezalıydı. maçı trt yayınlamış,levent özçelik anlatmış ömer üründül yorumlamıştı. normal süresi ve uzatmaları 0-0 biten maçta galatasaray penaltılarda arsenal adına sadece parlaour'un gol atmasına karşın ergün, hakan, ümit, popescu ile tüm penaltıları gole çevirerek kupaya uzanmıştı. bu bir ilkti. kazanmıştık artık sadece türkiye'nin en iyisi olmakla kalmamış dünya'nın büyük kulüpleri arasına girmeyi başarmıştık.
maçla ilgili maç içinde 3 oyuncuyu değiştirdiğimiz dakikalarda bülent'in omzu sakatlanmış sargıya alınmıştı adam sakat sakat oynamış gemisinin kaptanı olma özelliğini göstermişti. taffarel henry'nin mükemmel kafa vuruşunu inanılmaz bir biçimde kurtarmıştı. hagi'nin kırmızı kartı gördüğü pozisyonda rakibinde atılması gerekirdi. unutulmaz penaltı anlarında okuyabildiğim kadar dua okumuştum her golün sonunda deli gibi sevinmiştim. bir de o arkada çalan garip bir telefon melodisi vardı. neydi acaba o? hala merak ederim. levent özçelik'in telefonu falan mı acaba?
(bkz: çok sert hagi neden hagi)
(bkz: ah ergün biraz daha uzasaydın orda ayakların nerde)