gece yarısından sonra olmuştu. Sabaha karşı...hepsi uyuyordu; sadece senin gibi birkaç ayyaş ayaktaydı o saatte. önce ışıklar gelip gitmeye başladı. sonra toptan kesildi tüm ışıları şehrin. dışarıda hayvanların korku dolu çığlıkları, otomobillerin alarmları çınlatıyordu sokakları. şehrin tüm betonları ağız birliği etmişçesine birbirlerinin üstüne yıkılıyordu. yanıyordu şehirler; alev alev, için için yanıyordu.
sonra bir sessizlik çöktü ki geceye sorma. birbiri üzerine yıkılan betonlardan dumanlar yükseliyordu geceye. o dumanların altında canlar vardı, canlarını 45 saniye öncede terk edenler sonra...
galiba üstüne bir şehir çökmüştü bu şehrin. insanlar iki şehrin arasında uykuya dalmıştı. bir uykudan bir başka uykuya geçmişti şehir. kimisi de şaşkın, korkulu direniyordu sonsuz uykuya...bekliyordu, iki şehrin arasından çıkmayı bekliyordu.
onlara kağıttan hayaller satmışlardı. bir yuva, dört yanı kapalı bir mahrem, bir uyku düzeni, bir akşam yemeği, tv karşısında uyuklama, tuvalette gazete okuma, sevme, sevişme, çocuğun ödevine yardım etme...dedim ya bir mahremiyet alanı, belki dileğe bağlı bir yalnızlık fırsatıydı orası. evleriydi, düşleriydi...
kapı kilitlendiğinde, ışıklar söndüğünde bilirlerdi güven içinde olduklarını. gece yatakları sıcaktı. dedim ya onlara kağıttan hayaller satmışlardı. bilemezlerdi hayallerin altında kalacaklarını, bir uykudan bir sonsuz uykuya geçeceklerini.
bir şehir çökmüştü üzerine bu şehrin. yaşam, iki şehrin arasına sıkışmıştı. ölüm şehrin en tepesine çıkmış, bastırıyordu da bastırıyordu.şehir uyuyordu o sıralar, kağıttan hayallere dalmıştı...mahremiyet alanlarında, güven içinde, ertesi sabaha uyanmak niyetiyle.
sonra gökten duvarlar yağmaya başladı üzerlerine. hayallerinin, mahremiyetlerinin altında kaldılar. uykularında, o tatlı uykularının en güzel yerinde okkalı bir tokat yediler ve bir diğer uykusuna geçtiler yaşamın; öldüler. uzaklara gittiler bu zamandan, hayalleri ve mahremiyetleri burada kaldı.
iki şehrin arasında sonsuz uykuya direnenler, bir ses, bir nefes duyurmaya çalıştılar şehrin üstündekilere. kimisi uzanan eli tuttu, çıktı aydınlığa. geride sonsuz uykuya dalmış sevdiklerini bırakarak...geride canından çokça parçayı gömerek betondan bir yalnızlığa.
şehir ölmüştü işte. şehrin başına taş yağmıştı. iki şehir üst üste yığılmış, ezip geçmişti hayalleri. şehirde ceset torbası aranıyordu. kefen bezine ihtiyaç vardı. ölüm hep istiyordu, daha fazlasını istiyordu.
tatlı uykular benim güzel şehrime, güzel rüyalar bu kez. üstüne bir şehir ört, üşütme sakın. **
büyük bir gürültüyle uyanmıştık. kardeşim 2 metre ötede yatıyordu. abi ne oluyor dediğinde "yağmur yağıyor heralde" demiştim deprem olduğunun bilincinde olmama rağmen. babamın bizim odaya bir girişi vardı ki hiç bir zaman unutamam. ev yan yatmış gibiydi sanki. dışarı çıkarken apartman kapısını açmak dakikalarımızı almıştı. yaşanan panik, insanların gözündeki korku tarifsizdi. her insan ölümden korkar ama hazırlıksız gitme kaygısıydı belki de insanı dehşete düşüren.
dışarı çıktığımda kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım. hiçbir zaman görmediğim kadar çok ve yakındı yıldızlar. etraf da öyle pazar yeri gibiydi her yer. bir korkunun etrafında birleşmiştik. ölümdü o. ve zordu.
radyodan işittiğimiz haberler uzun yıllar unutulmayacak bir acıyı tarihe not düşüyordu sanki.
hafızalardan silinmemiştir elbet fakat hatırlanıyor mu bilinmez. bir olay ardından sorumlulukların alınma vaktinin geldiğinin anlaşılmasına alışılan bir ülkede, aynı sorumlulukların devamlılığının sağlanması da güçtür elbet.
ne diyelim, kendi inşa ettiğimiz yapılara olan inancımız sorumluluklarımızı bilmediğimizden olmasa da ve doğaya karşı da aynı şekilde davranıyor olsakda kendisinden umut edelim ki bir benzerini yaşatmasın.
7.4 yetmedi mi ? sorusunun sahipleri ideolojik anlayışlar taşısalar da aslında ironisi sağlam. şahsen ruhsal ve bilinçsel olarak yetti fakat farkına varması gerekenler için de yettiğini umalım.
Uyuyorum anne
Uyuyorum sessiz geceye
Dalıyorum rüyaya
En güzel anında kıyametin kopacağını bilmeden
Dönüyorum nedensizce geçmişe
Çığlıklarla uyanıyorum geceye
Tüm sessizliği yıkan
Karanlıkta uzaktan gelen çığlıklarla uyanırken
Korktuğumu hissediyorum
Aniden uyandığımda
Duvarları üzerime geldiğini görüyorum
Bende herkes gibi basıyorum çığlığı durağan sessizliğe
Günü aydınlanığında herşeyi görüyorum
Dilimi yutmuşum sanki konuşamıyorum
izmit'i görmüyorum artık
Gülen yüzleri değil
Ağlayan gözleri görüyorum sadece
Karanlığa dalıyorum
iç yakan çığlıkar duyuyorum etraftan
Kopuyorum o andan sonra hayattan
Günler aylar yıllar geçsede üzerinden
Sessizliği bozan çığlıklar hiç gitmiyor kulağımdan
En deri duygularımla o günden beri
Söylüyorum denize
Unutmadık 17 Ağustos'u...
Unutamadık....
inceden hatırlıyorum da o zamanlar ahmet mete ışıkara marmara bölgesinde 10 yıl içinde bir deprem olacak, belki 2 belki 5 ama 10 sene içinde gene biz bu depremi yaşayacağız demişti. yamulmuyorsam 9 yıl bitiyor. he ahmet amca falcı mıdır geleceği görme yeteneğimi var orasını bilemem ama böle demişti vakti zamanında. cem yılmaz ın dediği gibi adam'ı seksi seçtiler takmadılar lan, hadi ordan seksi.
aslında bunun normal bir doğa olayı olduğunu, o binaların yerinde koskoca bir çöl de olsa, uçsuz bucaksız deniz de olsa, dağın başı da olsa, o depremin o gün, orada, o saatte, o dakikada, hatta o saniyede(17 Ağustos Gölcük 03:02) olacağını, o felaketi yaratanın aslında deprem değil insanoğlu'nun kendisi olduğu, yanlış yapılaşma, yanlış yerleşim, yanlış insanların yarattığı felaket olduğunu anladığımız günün yıldönümü.
dokuz sene oldu... hala aynıdır acısı, belki de gittikce artar. en ufak bir titretmede, arkadasın masayı sallamasında cıkar yurek yerinden kanayarak. her gorulen depremle ilgili yazı bir kez daha kanatır yuregi. sol framede depremle ilgili gorulen her geyik icerikli baslık, kızdırır, nefret ettirir hayattan.
unutmaya calısmak bosunadır, unutulmamalıdır da aslında. sadece yasamaya alısmak gerekir o acıyla. her kanadıgında yara bandını sarmak gerekir usulca, dustugunde tutunup kalkabilecek bir omuz gerekir en saglamından...
sil bastan olmaz bunda, olmamalıdır da...
dip not: hala birilerinin acısıyla, yarasıyla dalga gecebilenler de var su dunyada. kendi akıllarınca geyik yaptıklarını zannederken dusunmezler bi yerleri kanattıklarını. niye dusunsunler ki zaten, ne geregi var di mi? orda dalga gecicek, karması artıcak!
ama yine de, umarım, umarım bir deprem yasamazlar, o acıya katlanabilip ayaga tekrar kalkabilecek, her kanayan yaradan sonra tutanabilecek bi omuzda bulabileceklerini sanmıyorum. ondan umarım bir deprem yasamazlar...
(ara: deprem)
yaş 12 , ana baba yeni ayrılmış , kocaman bir bunalım çağları, 16'yı 17 ye bağlayan gece. kocaman bir gürültü sallantı çığlıklar ve ne olduğunu bilenler için büyük korkular. bana okulda erozyonu anlatmışlardı toprak kaymasıydı , öyle bişeymiydi acaba derken annem elimden tuttu ve gizlendik masanın yanına , anlayamıyordum olanları ve o zamanın meşhur şarkısını söylüyordum içimden laubali la la laubali lal la luabali la la laaa laaa laaaa laaaaww diye, uzun bir süre gibi gelen 45 saniye bitiminde dışarı çıktık çıkış o çıkıştı bir daha da girmeden o eve anneannemlerin yanına taşınndık , küçük erozyoncuklar devam etti etmesine , babam beni görmeye geldi gelmesine ama bilinçsizlikten dolayı ölen insanların acısı hala benimle , şimdi anlıyorum bir tek ben değilmişim bilemeyen , önlem alamayan ben değilmişim , bu gece 9 sene geride kalıyor , sanki hala o gece , o zamanların şarkıları , o günlerde daha çok görebildiğim babam. ?şimdi herkes biliyor deprem nedir . okullarda öğretiliyor en azından
çoğu bölgeyi , binaları aynı zaman da çoğu hayatları da yerle bir etmiş deprem. üzerinden 9 sene geçmesine rağmen çoğu insanda orta şiddette artçılarını da hala devam ettirmekte.
bundan 9 sene öncesi. izmir çok sıcaktı ve ben küçüktüm. gecenin bir yarısı birşey hissettim. yatak sallanıyordu. bir an durdu sonra tekrar biraz daha şiddetli sallandı. korkmamıştım. babam girdi içeri ''kalk oğlum aşşağıya inelim'' dedi. balkona çıktık. bir kaç kişi dah vardı depremin farkına varıp uyanan. ''gerek yok'' diyerek aşşağıya inilmedi. ve televizyonu açtık. işte ben o zaman bir doğal afetin ne olduğunu öğrendim. star'da yanlış hatırlamıyorsam hakan aygün vardı. ''kartal'da ki bir binanın enkazından kurtarın bizi sesleri geldiğini'' söyledi ve depremin merkezi olarak izmit yazıyordu. babama izmit ile kartal arasındaki mesafeyi sordum. ''buradan aydın kadar.'' dedi. aklımda canlandıramadım. dinar depremi sadece dinar'ı, adana depremi ise sadece adana'yı yıkmamış mıydı? hem kartal istanbul'da değil miydi? ne alakaydı? işte o anda anladım ki izmir'i sallayan izmit depremi istanbul'da biryerleri de rahat yıkabilirdi. sabaha kadar haber izledim 9 da afyon'a gitmek için otobüse bindiğimizde trt fm açıktı. depremzedeler için bağış toplanıyordu. afyon sandıklı'da bir çok günüm uykusuz geçti. ilk başta korkmadığım depremden korkuyordum çünkü. günler geçti, artık rahattım. ardından 12 kasım geldi. bir kaç hafta daha uykusuz geçti.
depremden 1 yıl sonra kuleli'ye sınav için giderken, yalova'da hala çadırlar ve prefabrik evler vardı. ayrıca çok az da olsa enkaz. ya da ben gördüklerimi enkaz'a benzetmiştim çocuk aklıyla.
depremi 600 km uzaktan yaşayan bir insan olarak hiç unutmadım. o gece aklıma geldiğinde uykusuz kaldım. ve hala istanbul, bursa, adapazarı ve izmit'dekilerin bu psikolojik sarsıntıya rağmen nasıl kendilerinde olduklarını anlayamıyorum. ben olsam sanırım hala eve giremiyor olurdum.
çok canımız yandı. fakat canımızı yakanların canlarını adalet yakmadı. herşey cezasın kaldı. giden yaklaşık 70.000 can ve sarsılan binlerce aile oldu. şu anda da tek yapabileceğimiz ne yazık ki allah'a bu acıları bir daha bize yaşatmaması için dua etmek. tekrar tekrar başımız sağolsun.
Hayatında ilk defa deprem kelimesi duyan minik bünyenin şaşkınlıkla bu kelimeyi yaşayarak öğrendiği gündür.
Deprem ne demek bilmese de ölmek kelimesinin anlamını çok iyi öğrenmiştir o küçük beden.
Anne ne kokuyor böyle diye sorduğunda anne cevap verememiştir aylarca. Düşünmüştür kendi kendine ne kokuyor acaba diye. Sonra, yıllar sonra öğrenmiştir Günlerce enkaz altında kalmış beden kokusunu.
Her ağustos, deprem kelimesi duyduğundan istemsiz olarak ağlamaya başlayan bu küçük beden ne kadar büyürse büyüsün 17 ağustos Kocaeli depreminin onun için tek tanımı vardır. Ölüm
kartepe'de bulunan trt vericisinin anteni depremde kopmuş, 70'lerin sonunda montesini yapan ve 9 şiddetinde depreme kadar 100 yıl garanti süresi belirleyen japon firmasına müracaat edilmiş, kontrol eden japon mühendisler meydana gelen depremin 9'dan büyük olduğunu ve tamirin garanti kapsamı dışında olduğunu belirtmeleri üzerine açılan mahkeme 3 yıl sürmüştür...
büyük yaralara neden olmuş deprem. binlerce insanımızın ölmesine, bir o kadarının da evsiz kalmasına, sakatlanmasına neden olmuştur. üzücüdür. umarız bir daha olmasındır.
benim için trajikomik yönü ise 18 ağustosta gemlik'e tatile gitmemizdir. artçı depremleri denizin içindeyken yaşamak cidden tuhaftı. *
merkez üssü gölcük olan , ama adapazari ve düzce'de de ayni siddette hissedilen depremdir.gece saat 3 sularinda gerçeklesmesinden mütevellit herkes yataklarinda uyurken yakalanmistir bu apansiz sona. gölcük ve yalova'da çogu bina sular altinda kalmistir.adapazari ve düzce'de binalar resmen yerin dibine girmistir.
yanliz benim dikkati çekmek istedigim baska bir nokta vardir. evet bende depremzedeyim, düzce'de yasardim önceden.12 kasim 1999 düzce depreminden de nasibimi aldim yani.
evet çok yardim geldi bu bölgelere. ama gelen yardimlarin emin olun sadece %75 gibi bir kısmı ihtiyaç sahiplerine ulasmistir.yardimi getiren kamyon söförleri heralde kendilerinin bu yardima daha çok ihtiyaci oldugunu düsündüklerinden olsa gerek, gelen yardimlarin yarisini önce kendi depolarina diger yarisini da zaten hali hazirda zengin zümre olan, o dönemde de yemek bulabilen insanlarin yasadigi yerlere götürmüstür. esas yardima muhtaç olan, yikik evlerinin dibinde kendi yaptiklari çadirlarda kalan insanlar nedense unutulmustur.
kimi zaman da öyle anlar olmustur ki bir çadirda 5 kisi kaliyorsa 5'i de ekmek sirasina girmis, üçer dörder tane ekmek alip çikmislardir. ve her aksam alinan bu fazla ekmek çöpe gitmistir.
gelen battaniye, yastik yardimlari sonrasinda bizim yan çadirimizda aynen su diyalog geçmistir:
"-münevver hanim ben 4 battaniye felan aldim eve götürdüm biraktim, biraz daha gelirse kizin çeyizi tamamdir
+ya ben battaniyelerden 2 tane alabildim de yastik çok aldim 8 tane felan , bende biraktim eve"
e be teyzelerim, o battaniyeler sizin çeyiziniz için mi gönderildi buraya? enkazdan yeni çikmis üsüyen, bir çadir bile yapacak insanlari düsünmezmisiniz siz hiç demek istedim, sustum.
simdi de susuyorum, ve o günlerin bir daha yasanmamasi için dua ediyorum sadece....