kimsenin unutmaması gereken lakin unutulmaya yüz tutmuş acı günlerden biri. o geceye dair akılda kalan acı şeylerin dışında gökyüzünü kaplamış ve elini uzatsan tutacakmışsın hissi veren yıldızlardı. o kötü günde gökyüzü hiç olmadığı kadar güzeldi. ve bir daha asla öyle bi manzara görmedim.
hatırlatmasın hiçbir şey seni bana. zira şu hayatta hafızamdan silmek istediğim tek ansın;
ölümsün,
yok oluşsun,
kaybedişsin,
yıkılışsın,
göz yaşısın,
hayatı alt üst edensin. ne olur aklıma bile gelme. dayanmak çok zor.
bu depremden hemen sonra çıkan*pc gamer sayısının kapağı simsiyahtı. üstünde de beyaz-gri harflerle "ulusça acı içindeyiz. hepimizin başı sağolsun" yazıyordu. her zaman rengarenk olan o derginin kapağı bile siyaha bürünmüştü, öyle bir felaketti bu.
enkaz altından gelen inlemeler, o enkazların başında çaresiz yardım bekleyen insanlar, evladı kucağında çırpınan aileler, baba ve annelerinin başında ağlayan yavrucaklar, cam kırıkları içinde yalınayak koşturan şaşkın ve bilincini kaybetmiş insanlar, yaralılar...
gözler önünden gitmeyen bir felakettir.
o gün, her günden daha sıkıntılı başlamıştı. Hava aşırı sıcak ve nem oranıda bir o kadar yüksekti. zaman sanki hiç geçmeyecek gibiydi. oyunlar oynandı, muhabbetler edildi. sıcak yaz gününün sefası hakimdi insanlar üzerinde. herkes gece olacaklardan bir haber dağılmıştı evlerine. ama sıkıntı hala aktifti üzerimizde, kimimizi derin bir uyku hali kimimizi ise sıcaktan ve nemden rahatsız eden bir hal almıştı. Dalıp giderken mutlu rüyalara. Son 5 dakika vardı küçük kıyametin kopmasına. öncesinde bir gürültü koptu. açtık gözlerimizi, aslında anlam verememiştik. neydi bu sarsıntı, yıldızlar neden cok yakında. bu gürültüde neyin nesiydi. Hay allah bak elektiriklerde kesilmiş. derken dışarda bir kalabalık belirdi. herkes kardeş gibiydi birlikte yemek yiyen insanlar, birbirlerine sahip çıkan insanlarla doluydu etraf. Sonradan öğrendikki deprem olmuş. onlarca can gitmiş, onlarca insan binalar yıkıntılar altında kalmış. Yeri geldi hep bir ağızdan ağladık. Yeri geldi kimsesiz kalanların kimsesi olduk. ama bu deprem bize öyle birşey öğretti ki. ayrım yapılmaksızın insan insandı. o gün ders oldu bizlere. insanları birbirine bağlayan bir sebepti belkide bizim için.
Allah-u teala'nın Düşmanıma dahi öyle bir gün yaşatmaması dileğiyle..
Depremde yakınlarını kaybedenlere başsağlığı.
Sağlığını elini, kolunu ve bacağını kaybedip yarıda kalan arkadaşlarımızada allah tan sabır diliyorum.
küçük olmama rağmen düşündüğümde hala beni etkileyen bir olaydır. allah bir daha yaşatmasın. üzücü bir olaydır tanıdık tanımadık birçok kişini ailesi yok olmuş bu yüzden hayata küsmüş insanlar. çaresizlik mi desem enkaz altında ölmemiş beklerken ölen insanları mı desem bilemiyorum anlatamıyorum allah sabır versin bu olay için hepimize.
gece 3 buçuk sıralarında yatagımda uyanık halde yakalandıgım ve her anını hissettigim depremdir. başladıgı anda apartmana uçak füzesi düştügünü zannettigim depremdir. 45 saniye süren sarsıntılardaki o sesleri hala unutamam. psikolojimin bozuldugu yıllardır. içimden buraya kadarmış dedigim ölümü hissettigim olaydır.
10 yıl önce 8 yaşında, depremin ne olduğunu bilmeyen bir çocuk için anlaşılması zor fakat korku veren doğal afetti.
gece uykuda yakalamıştı çoğu insanı. 45 saniye boyunca ölmeyi bekledi insanlar. üzerlerindeki duvarların başlarına çökmesini beklediler. bazıları bekledikleri gibi aramızdan gittiler. bazıları şanslıydı. depremin durmasıyla birlikte kendilerini dışarı atabildiler. ama korkuları geçmemişti. geçemiyordu sakinleşemiyordular. çünkü artçı depremler devam ediyordu ve patlama oluyomuş gibi sesler gelmeye devam ediyordu. kötüydü, çok kötüydü.
daha kötüsü ne biliyomusunuz? aradan geçen 10 yıl boyunca her hangi ciddi bir önlem alınmadı. insanların acısı daha geçmemişken muhtemel istanbul depremiyle türkiye nin 50 yıl geriye gideceği iyi senaryolar arasındayken nasıl bu kadar vurduymaz olabilir baştaki insanlar. işte daha kötü olan bu. hiç kimse önlem almıyo. araştırmalar yapılıyo, depremin şiddetinin büyüklüğü tahmin ediliyo, senaryolar yazılıyo fakat çok ilginçtir ki türkiye o güne doğru yavaş yavaş yaklaşırken hiç bir önlem almıyo.
kimilerine göre allah'ın gazebını hak eden insanlara verilen felaket. o kadar aymazlaşabiliyorlar ki bunlar o insan yapımı tabutların altında kalıp can çekişen türbanlı kadınların suratına tükürürcesine ayet yorumu yapıp "7 4 yetmedi mi" gerizekalılığı yapabiliyorlar.
birilerine göre allahlarının masum insanlara verdiği gazap. bana göre insanın insana yaptığı zuküm, cinayet.
kimileri içinse dinlerini dayatmak için malzeme haline getirilen bir ceza. eğer varsa tanrınız kendisini sizin bu hastalıklı zihniyetinizden korusun.
uzun bir müddet geceleri uyuyamama, psikolojik tedavi görme sebebi. dönüp baktığımda aklıma ilk gelenler; enkazdan çıkardığımız vücudundaki tüm kanı boşalmış, kağıt gibi olmuş insanlar, kolonun altında kalan bacağını kasaturayla kesip kurtulmaya çalışanlar ve sırf pintilikten duvara monte edilmemiş allah'ın belası bir dolap yüzünden uçup giden bir peri kızı... ha, unutmadan benim beyaz camda ilk görünüşüm de o zamana rastlar. sanki şimdi çok medyatikmişim gibi kurdum cümleyi ama idare ediverin. inegöldeki abilerim bana bir türlü ulaşamayınca öldüğümü düşünmüşler, 'ne olurdu ısrar etseydik kalması için? 16 ağustos'ta gitti 17 ağustos'ta depreme yakalandı' diye üzülürlermiş. hatta o derece ki; bıraktığım tişörtü dükkanın duvarına asmışlar. sonra bir gün tv izlerken bir moloz yığınının üstünde oturmuş sigara içen uzun saçlı bir yiğit görmüşler. valla haberim yoktu, bilsem öyle plajdaymış gibi uzanıp sigaramı tüttüreceğime başımı ellerimin arasına alıp acılı pozlar verirdim. sanmayın sakın birilerinin ölüsü üzerinde keyif çatmayı seviyorum, sadece ufak bir mola vermiştik.
adapazarı'na gelen yardımların gönüllüler ve görevliler tarafından iç edilmesine de şahit olduk, evinde en ufak bir hasar, can ve mal kaybı olmamasına, ocağı tütmesine rağmen sırf 'domuzdan kıl koparmak' düşüncesiyle gelip çadırlarda yemek yiyen, dağıtılan giyecekleri kapış kapış alan bencil, karaktersiz insanlar da. hatta bazıları o kadar alçaklaşmıştı ki, buralardan topladığı ayakkabı, elbise vb. eşyayı götürüp köyündeki çocuklara dağıtıyor ve sevaba giriyordu güya. 'bunda ne var'demeyin, ordaki kimsenin ihtiyacı yoktu buna. depremde kimsenin burnu kanamamıştı. fakat oranın uyanıkları devletten yardım alabilmek için viran durumdaki evlerini bu doğal afet sebebiyle kaybettiklerini beyan ediyor, hatta bununla yetinmeyip evin kirişlerine, kolonlarına balyozla saldırıyorlardı. ikinci derece hasar yetmedi, üç beş balyoz salla tazminat kabarsın.
sırf halk izleyip de 'ah canıım ne kadar duyarlılar' desin diye numaradan arama çalışmalarına katılan fakat tırnağı kırılacak diye taşları özenle yavaş yavaş kaldıran medyatik şahsiyetler de gördük. zaten kameralarla birlikte onlar da kaybolup giderlerdi. tam donanımlı akut gönüllüsünün girmediği enkaza üstünü çıkarıp dalan, yaralıyı çıkarttıktan sonra oturup elindeki kuru ekmeği gözyaşları içinde yiyen yağız anadolu delikanlısı o asker var bir de. cahil, köylü, bağnaz, yobaz dedikleri bu samimi çocukların insanlığı aklıma geldikçe hala tüylerim diken diken olur. neredeyse tüm cemaatler, sedat peker gibi babalar yemek çadırları açarken bizim stk'lar neredeydi düşünürüm hala. gel de kız şimdi sakarya halkına oylarını akp'ye veriyor diye!
ve politikacılar, ve çifte standart... rahmetli ecevit, bakanlar, milletvekilleri bir sürü siyasi geldi ifadesiz yüzleriyle. sadece başbakanın hüngür hüngür ağladığını 'lütfen adapazarı'na yardım edin, burada durum çok fena' diye yalvardığını hatırlıyorum. kalanları ise süslü festival öküzleri gibi salındılar ortada yalancı bir keder yapıştırılmış suratlarıyla. sonra devlet yardımları başladı, yalova bakan memleketi olmanın avantajıyla kısa sürede toparlanırken, zırnık koklatılmayan adapazarı halkı ankara'ya kadar yürüme eylemi yaptı. yetmiş civarında binası yıkılmış, altmışsekiz ölü vermiş karasu ilçesi afet bölgesi kapsamı dışında tutulurken kahramanmaraş'ın bilmem ne belediyesine yardım yapıldı. e haklılar tabii, belediye binasının sıvaları dökülmüş. yoksa birinin belediye başkanının fazilet partili, diğerinin ise mhp'li olmasıyla yakından uzaktan alakası yok.
hep gam hep kasavet nereye kadar değil mi? bir komik anı sıkıştıralım bari araya:
fransız kurtarma ekibi bir enkazdan ses geldiği duyumunu alır. uzun uğraşlar sonucu adama ulaşırlar. yukarı çekerlerken 'iyi misin, bir yerin acıyor mu' diye sorarlar ama bunlar asil adam bilirsiniz, kolay kolay fransızca'dan başka dil konuşmazlar. tam bir çark caddesihafızı olan depremzede bunlara doğru kocaman olmuş gözleriyle bakarak ' eeh amına koyim ne depremmiş! ta fransa'dan çıktık' der.
neydi tüm bu yaşananlar? kimilerinin dediği gibi hizaya gelmemiz adına gönderilmiş bir felaket mi yoksa normal bir doğa olayı mı? kader nedir diye soruyorum çoğu zaman kendime. acaba o gün bir arkadaşta kalmış olsaydım ben de ölecek miydim?
peki ya o deprem sadece bir gün önce olsaydı şimdi yine gökyüzünden el sallıyor olur muydun bana? yoksa o kahrolası moloz yığınının altından beni de seninle birlikte mi çıkarırlardı?
soruları bir yana bırakıp, öldüğümü düşünen çok sevgili bir abimin şiirini ondan izinsiz buraya yapıştırarak kaçızlarım. allah tekrarını yaşatmasın.
''saat gecenin üçü be halil
saat gecenin tam üçü...
sen yoksun.
ekmeğim var,tuzum da ve hatta soğanım da
bir sen yoksun yanımda
bir sen yoksun be halil.
saat gecenin üçü be halil
saat gecenin tam üçü...
bir bekçi düdüğü böler sessizliğini gecenin,
bir de köpek havlamaları.
saat gecenin üçü be halil,
saat gecenin tam üçü
bir de benim ağlamalarım.
saat gecenin üçü be halil,
saat gecenin tam üçü...
neyleyeyim?
ben üstü açılmış bebelerin,
üstünü örtmek için nöbetlerdeyim.
saat gecenin üçü be halil
saat gecenin tam üçü.
dördü hiç olmayacak
dördü hiç olmayacak''
10 sene öncesine bakıp gülmek gerekir. her 17 ağustos günü basında aynı kli$eler:
"ne önlem aldık?!"
almadık. almıyoruz. almayacağız. türk milletinin son gün sendromu yüzünden her $ey böyle oluyor. bir önlem alınması için illa birilerinin ölmesi gerekiyor. sadece deprem konusunda değil bu. japonya'da 7.2 büyüklüğünde değrem oluyor, kimse ölmüyor. neden? ke$ke artık iktidar çalmaktan ba$ını kaldırsa da böyle bir günün bir daha ya$anmaması için çalı$sa. olsun, çalı$masın, kendileri bilir. tanrıya $ükür deprem adam ayırt etmiyor. geldiği zaman herkesin evini yıkıyor. senin de evin zor da olsa yıkılır elbet. de mi tayyep? de mi çiller? üzülmeyin artık. saklayın üzüntülerinizi. bu son felaket değil. daha gelecek. o zaman üzülürsünüz kalanıyla. gazetede de yazıyordu; "deprem ku$ağında dünyanın en tehlikeli ikinci bölgesi istanbul" diye. öyle i$te...
eğitimsizliğin göstergesidir. o döneme kadar, hiç deprem görmemiş olan 'ben'in ne yapacağını bilmeden, salak salak ortalarda dolaştığı depremdir.
gecenin bir köründe, bir panikle uyandırıldım. annem; 'kalk mengü deprem oluyor' diyordu. ilk gördüğüm şey, sarkık olan avizenin en altının, tavana vurduğuydu. korkmam gereken bir zamanda hiç korkmamıştım. çünkü, o vakte kadar, hiç deprem görmemiştim. sadece filmlerde izlediklerim vs.
sonra evin holünde salak salak dolanmaya başladım. o sırada hala sallanıyorduk. çabucak giyinmiştim. anneme, babama baktım. durum şöyleydi; annem saçlarını tarıyor, babam ise anahtarlarını ve paralarını arıyordu. bir tek mantıklı olarak annemin; kapının eşiğinde dur dediğini hatırlıyorum. sonra aşağıya indik.
ertesi gün eve döndüğümüzde, televizyonda, bir depremin neler yapabileceğini gördüm. yıkıyordu. insanlar kurtulamıyordu. halbuki, deprem sırasında birinin öleceği, ya da benim öleceğim aklımın ucundan geçmememişti. eğer depremin ne olduğunu bilsem, öyle mi davranırdım? her iki tarafta da hata var. devlet ve biz. kendimiz de öğrenebilirdik; ama devletin de öğretmesi gerekiyordu. lakin öğrenmemin en acı şeklini yaşadık. yaşayarak öğrendik. şimdi en küçük sarsıntıda ne yapabileceğimizi biliyoruz. deprem gelmeden önce, evimizin güçlendirilmesi gerektiğini biliyoruz. çünkü ölüyoruz lan. onca yıl uğraş sonra 2 dakikada öl.
bugün 17 ağustos 2009. 10 yıl önce bugün gece 03:02'de binlerce kişi öldü. binlerce kişi bugün cennetten marmarayı izliyor hüzünle. binlercesi hala atamadı üzerinden depremin etkilerini. kimi sakat kaldı kimi daha derinden yaralı. bugün herkes yasta herkes sizi düşünüyor unutulmadınız. unutulmayacaksınız.
o zamanlar bir slogan doğurmuştu; "bir daha oy vermeden önce 45 saniye düşünün" şeklinde. depremin hemen ardından hükümetin duyarsızlığını, programsızlığını ve omurgasız bir biçimde depremi yeni vergilere bahane olarak görmesini oldukça iyi iğneleyen bir mesajdı bu. söz konusu hükümeti oluşturan tüm partiler genel seçimde meclis dışında kalmıştı...
1999 da yaşanan deprem bir doğal felaketin yaşattıkları ve sonuçlarından ziyade türkiye'de insan yaşamının ucuzluğunu ve kirlenmiş siyaset tarafından iğdiş edilmiş bir yıkımı göstermesi açısından oldukça trajiktir.
sarsıntı anını hatırlamasamda, diğer tüm ayrıntılarını hatırladığım gecedir. o zamanlar annem sabaha kadar kitap okumayı huy edinmiş, aslında o gece belkide ailemizin hayatını kurtarmıştır. kedimizin huzursuz huzursuz oraya buraya koşturmasına anlam verememiş, ona ayar vermek için ayağa kalktığında sallantının tam göbeğine düşmüştür.
evdeki kargaşadan sonra tüm apartman güruhu evin altındaki koca bahçede oturup kaygılarını paylaşırken, bir kişinin eksik olduğu anlaşılır. kimse apartmana girmeye cesaret edemez, ama aradığımız yanıt çay bardağının içinde dönen bir kaşık sesi ile gelir. ve 50 kişi kafasını bizim evin balkonuna uzatır. babam balkonda kendisine çay demlemiş, ekmeğine yağ sürerken 50 kişiyle göz göze gelir, ve ağzı dolu bir biçimde eliyle bizi işaret ederek ' orada keklik gibi oturmuşsunuz, apartman devrilse hepiniz bahçeye gömüleceksiniz. en azından iki lokma bir şey yiyeyimde karnım aç gitmeyeyeim. ' der. 50 kişi dumur olur, herkes bir an biribirine bakar, sn.korkusuz evden zorla çıkartılıp keklikler ordusuna katılır, ve arabalarla açık alanlara dağılınır.