...hava kararmıştı
yağmur yağıyordu
dudakları sımsıcaktı
elleri üşüyordu
bir öptüm
bir daha öptüm
kimseler görmedi öpüştüğümüzü yağmurdan başka
iki gözüm çıksın
şimdi ne zaman yağmur yağsa utanıyorum...
Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın,
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın,
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı;
Beni bensiz bıraktın; beni sensiz bıraktın.
babasını döve döve öldürmüşler
küçümencik gözleirnin önünde
anasının yarısını bir bomba alıp götürmüş
kan ve et yığını öbür yarısı
oturmuş ağlıyor vietnamlı bir çocuk
minik yumrukları sıkılmış kinle
belli bir şeyler düşünüyor
kederden harap olmuş bir beyinle
aklı ermiyor olanlara vietnamlı çocuğun
bilmiyor yaşamak nedir, ölmek nedir
çoktan unutmuş sevinmek, gülmek nedir
savaşın ne olduğunu anlamıyor bir türlü
sadece açlık şimdi anlayabildiği
midesini ve beynini kemiren bir açlık
anası yok ki ona sıcak yemekler pişirsin
babası yok ki ona renkli giysiler getirsin
savaşın bu kadar alçak ve insafsız olduğunu
vietnamlı çocuk nereden bilsin
burası onun kendi toprağı, kendi yurdu
anası onu burada
şimdi yerle bir olan evlerinde doğurdu
vietnamlı çocuk ninnilerle uyudu burada
anasının pişirdiği ekmeklerle büyüdü
tozlu sokaklarında koştu köyünün
kendi gibi çekik gözlü arkadaşları vardı
hepsi de savaşın varlığından habersiz
bu ormanda oynarlardı
kim derdi ki bir gün
kara bir bulut çökecekti üzerlerine
masallardaki umacı gelecekti köylerine
vuracaklar, kıracaklar, yakacaklardı
her yere ateş ve lüm saçacaklardı
korkudan, yorgunluktan, işkenceden
yüz olmaktan çıkacaktı vietnamlıların yüzleri
kim derdi ki bir gün
hınçla sıkılmış birer yumruk gibi
yuvalarından fırlayacaktı gözleri
her şeyi gördü vietnamlı çocuk her şeyi gördü
ve tükürdü yüzlerine babsını dövenlerin
döve döve öldürenlerin
sonra kaçtı bu uzak ormana
bu ormanda kuşlarla, hayvanlarla yan yana
ot yedi, böcek yedi
ve hep böyel cılız kaldı vietnamlı çocuk
büyümedi
şimdi oturmuş bir tümseğin üstüne
hatırlamaya çalışıyor olanları
geçen o korkunç zamanları
bir rüya gibi unuttuğu insanları
ve o masallardaki umacılar
onu da bulurlar, öldürürler korkusuyla
elinde bir taş var vietnamlı çocuğun
çekik gözlerinde yaş
siz de ağlayın ey dünya çocukları
vietnamlı çocuk ölüyor yavaş yavaş
pırıl pırıl bir yaz günüydü
aydınlıktı, güzeldi dünya
bir adam düştü o gün galata kulesinden
kendini bir anda bıraktı boşluğa
ömrünün baharında
bütün umutlarıyla birlikte
paramparça oldu
bir adam düştü galata kulesinden
bu adam benim oğlumdu
gencecikti vedat
işıl ışıldı gözleri
içi
bütün insanlar için sevgiyle doluydu
çıktı apansız o dönülmez yolculuğa
kendini bir anda bıraktı boşluğa
söndü güneş, karardı yeryüzü bütün
zaman durdu
bir adam düştü galata kulesinden
bu adam benim oğlumdu
"açarken ufkunda güller alevden"
çıktı, her günkü gibi gülerek evden
kimseye belli etmedi içindeki yangını
yürüdü, kendinden emin
sonsuzluğa doğru
galata kulesinde bekliyordu ecel
bir fincan kahve, bir kadeh konyak
ölüm yolcusunun son arzusuydu bu
bir adam düştü galata kulesinden
bu adam benim oğlumdu
küçücüktü bir zaman
kucağıma alır ninniler söylerdim ona
uyu oğlum, uyu oğlum, ninni
bir daha uyanmamak üzere uyudu vedat
6 haziran 1973
galata kulesinden bir adam attı kendini
bu nankör insanlara
bu kalleş dünyaya inat
şimdi yine bir ninni söylüyorum ona
uyan oğlum, uyan oğlum, uyan vedat.
gelmiş geçmiş en iyi şairlerimizdendir. tarsus doğumludur. en bilidindik ve ağızlardan düşmeyen şiiri "birgün anlarsın"dır.
selçuk yöntemin yorumuyla birgün anlarsın... [null
Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın...
Halimi bilmeden dahi her satırında beni yazan usta...
Gitgide alışıyorum sana.
Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz.
Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
Yanımda olduğun zamanlar;
sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun.
Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan.
Alışkanlıklar daima korkutur beni.
Düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim.
Kendimi kendime alıştıramadım yıllardır.
Fakat şimdi sana alışıyorum.
Alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor.
Yalnız içimde garip bir korku var.
Sana alışmaktan değil, seni kendime alıştırmaktan korkuyorum.
Bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini, daha değerlisini verememekten korkuyorum.
Bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla yapayalnız bırakmaktan korkuyorum.
Oysaki her zaman ve günün her saatinde yanında olmalıyım senin
Bana alışmış olmaktan pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı.
Bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni.
Uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz.
Her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim.
"Bana alış" demeyeceğim... Nasıl olsa alışacaksın bir gün.
Şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin,
o zaman en güzeli görecek bende!
Alışkanlığınla,sevginle yepyeni bir "ben" yaratacaksın benden!
ilk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan!
Sevgimle mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum.
Ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi.
Kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım.
Bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum.
Oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu
kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum.
Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum
ve sevgim senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor.
Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım.
Sevginle bir aynayım şimdi,
Bana bakanlar baştanbaşa seni görecekler içimde.
Bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun?
Aynı kadehte karışmış iki içkiyiz.
iki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan.
Her yerde iki olduğumuz için
bir bütün haline geliyoruz durmadan...
Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni.
Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden.
Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor.
Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri.
Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum.
Boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık.
Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz.
Git gide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum.
Beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun.
Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz , bir gün bulutların üstünde.
Uzun süren bir baygınlık sonrasının
o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim...
Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman
seninle vardığım yüksekliğe erişemez.
Açılmış bütün kuyuların derinliği, içimde seni bulduğum yer kadar derin değil.
Alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi.
Emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz.
Korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde.
Özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu.
Alev almayan bir yerimiz kalmadı.
Alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor.
Hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık.
Nehirler, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum.
Bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek.
Önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız.
Bu oluş tamamlandığı anda, yeryüzünde bizden güçlüsü olmayacak!
En mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle...
Bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır.
Geçmişteki tüm alışkanlıkların, bana alışmanı önleyemez artık...
aşkı en güzel ifade eden şairlerdendir. zira aşık olduğum çocuğa aşka dair nesirler adlı kitabını vermiştim. duygularıma tercüman oluyordu her yazdığı şiir, yazı. sonra çocuk aşkımı kabul etmedi ama ben tüm hissettiklerimi ümit yaşar oğuzcan'la ona iletmiş oldum. sonra üzüldüm falan ama ümit yaşar oğuzcanı hep okumaya devam ettim. sonra da bu şiirle teselli buldum.
........
Yok o senin için
Herşeyden değerliyse,
Gözünü yumduğun anda
Onu görebiliyorsan,
O bütün şarkılarda,
Bütün şiirlerde,
Bütün resimlerde ise,
Ona muhtaç oldugunu
Söylemekten utanmıyorsan,
Senin içten ve büyük sevgine
Karşılık vermiyeceğinden
Korkmuyorsan,
Bütün bencil duygularından
Sıyrılabilmişsen
Onun için herşeyi,
Ama herşeyi yapacak gücü
Kendinde buluyorsan,
Her hali sana
Ayrı ayrı güzel geliyorsa,
Karşısında kendini
Bir çocuk gibi hissediyorsan,
istediği anda onun için
Ölebileceksen,
Onun için yaşıyorsan
Ve yine onun için
Bildiğin bilmediğin
Bütün düşmanlıklara
Karşı koyabileceksen,
O her geçen dakika
Sende biraz daha büyüyorsa
Ve kendi kendine bile
Çok sevdiğini bütün
Samimiyetinle,
inanmışlığınla
itiraf edebiliyorsan,
Bir gün o seni hiç,
Ama hiç sevmediğini söylese bile,
Senin sevginde azalma olmayacaksa
Ve ölünceye kadar onu aşkların
En ölümsüzü ile sevebileceksen;
işte o zaman
Onu seviyorsun demektir.
O sana sevmeyi,
Gerçek aşkı öğretti.
Sen onu hep sevecek
Ve sevilmenin mutluluğunu tattıracaksın.
O, hiç sen olmasan bile,
Seni bir parça sevmese bile.
(bkz: bir gün anlarsın)*
Uykuların kaçar geceleri, bir türlü sabah olmayı bilmez.
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya,
Deli eden bir uğultudur başlar kulaklarında
Ne çarşaf halden anlar ne yastık.
Girmez pencerelerden beklediğin o aydınlık.
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine.
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu.
Şerefin, faziletin, iyiliğin, güzelliğin.
Gün gelir de sesini bir kerecik duyabilmek için,
Vurursun başını soğuk taş duvarlara.
Büyür gitgide incinmişliğin kırılmışlığın.
Duyarsın,
Ta derinden acısını, çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin.
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini.
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzelliğini.
Boşuna geçip giden günlerine yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların.
Sevilen gözlerin erişilmezliğini.
O hiç beklenmeyen saat geldi mi?
Düşer saçların önüne, ama bembeyaz.
Uzanır, gökyüzüne ellerin.
Ama çaresiz,
Ama yorgun,
Ama bitkin.
Bir zaman geçmiş günlerin hayaline dalarsın.
Sonra dizilir birbiri ardına gerçekler, acı.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın hayal kurmayı;
Beklemeyi, ümit etmeyi.
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi.
Lanet edersin yaşadığına...
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın.
O zaman bir çiçek büyür kabrimde, kendiliğinden.
Seni sevdiğimi işte o gün anlarsın...
Özledim sesini ne olur konuş
Bir gül açtır zamanların ötesinden
Karanlıklar içindeyim, kapkarayım bugün gel
Gök mavisinden, deniz mavisinden
Bana bir şarkı söyle
içimde bir şey kımıldıyor
Gözlerim kan çanağı, yorgunum, uykusuzum
Bir baksana ne haldeyim deli divane
Yaralıyım, çaresizim umutsuzum
Bana bir şarkı söyle
Yağmur ol yağ üstüme, güneş ol ısıt
Dökül karanlığıma ışıklar gibi
Al beni, en uzaklara götür
Sesin, aksın içimde bir pınar gibi
Bana bir şarkı söyle
Bütün renkleri kat birbirine
Buram buram bir turuncu getir geçen yazdan
Bir tüy gibi, bir bahar dalı gibi
Hafiften, inceden, güzelden, en beyazdan
Bana bir şarkı söyle
Yağan kar nasıl hazin yağar bilirsin
Kurşuni bir gökyüzünden ağlamaklı
işte öyleyim, kapkarayım bugün gel
En hüzünlü sesinle, en dokunaklı
Bana bir şarkı söyle..
...bir daha görsem seni diyorum bir daha görsem
bir gün olsun bir dakika olsun
unut demek kolay, gel bana sor bir de
hatırladıkça gözyaşlarımı tutamıyorum
dilimin ucunda sen
başımın içinde sen
kader misin, ecel misin nesin sen
unutamıyorum işte unutamıyorum...
Bütün denizlerin aynı limana çıkması neden?
Neden gökyüzünün bu sınırsız karamsarlığı?
Yitirecek neyimiz var ki umutlarımızdan başka?
Ve batacak başka bir gemimiz mi kaldı?
Dev bir ağaç yapraklarını döküyor içimizde
Nereye baksak her haliyle o çıldırtan sonbahar
Kaç yüz org birden çalınıyor, duyuyor musun?
Hani o birlikte söylediğimiz şarkılar?
Ne oldu o düşlere? Nerde o iyimserlik
Biz seninle şatolar kurmadık mı bir zaman
Şimdi biz o değiliz sanki, hiç o olmamışız,
Sanki bir şey var incinen dağılan bozulan.
Şu martının kanatları neden kırık biliyor musun?
Bu adamı dört duvar içine kim koydu sensiz?
Eğil bir kuyuya seslen, yankılanan benim hep
Benim içimde can verdi o gök o deniz!
Sonunda tek başımayım, bak böyle bıçaklanmış!
Biliyorum bir ölü var, ama ne? Ama kim?
Soğuk, merhametsiz kollarıyla sarmış her yerimi
Bir KANSER tümörü gibi büyüyor çaresizliğim.