ölüm, nefesin bittiği an diye tanımlanır sözlüklerde.
ölüm, herşeyin bittiği an mıdır yoksa herşeyin başladığı an mı bir türlü karar veremem.
küçükken, sürekli ölüm senaryoları kurardım aklımda. ölüyorum, kimler arkamdan ağlar diye?
önce annem gelir aklıma, yüzündeki çizgilerde acılarını okuduğum annem.
sarıp sarmalar cansız bedenimi bırakmak istemez, zor ayırırlar benden onu. hayatında hiç isyan etmeyen annem, sonunda isyan eder allaha. neden der, neden onu benden önce aldın?
yüzündeki çizgilerinde acılarını okuduğum annem daha da yaşlanır sanki bi an. dayanamaz en sonunda ve feryadına yenik düşüp bayılıverir oracıkta. yattığım yerde annemi kaldırmak, ona sarılmak ve anne üzülme ben ölmedim demek isterim ama diyemem, kıpırdayamam bile yerimden. çünkü ben ölüyümdür
(bkz: akrep burcu)nu temsil eden tarot kartıdır.adının aksine (bkz: yeni hayat)temsilidir.beklenen ve arzu edilen yıkım ve yıkımın ardından gelen yenilenme süreci.
(bkz: yeniden doğuş).
murat çelik albümü su düşlerinin yüreğimizde yanık izleri bırakan mükemmel şarkısı. kalp kendine dönüyor her dinleyişte. hayat gailesi, zevkin, sefanın allah belasını versin diyorsunuz her dinleyişte. youtube da konser videosu var galiba, orda çaldığı yan flüt vokal albümden daha güzel. gerçeklerle yüzleştiriyor murat çelik bizi her yan flütü üflemesinde. kullu nefsin zaikatul mevt ...
ilk anda kapkaranlığı görür gözler
bilinç yoktur o an
sonra ruh çıkar
ve seyre dalar bedeni
tekrar girmek istiyormuşçasına bedene
çırpınır ama
nafile...
eğri görür, duyamaz, dokunamaz o an
düşünemez
sanki çığlıkların ortasında kalakalmıştır yapayalnız
kim bilir
ağlamaktadır belki de çürümekte olan cesedine
haykırırcasına zavallı diye..
eğer bi başkasına aitse bu kelime hele hele bir babaya bir akrabaya aitse ve siz onun çocuğuysanız zorluğunun zerresini bile yaşamadan anlayamazsınız. ama eğer tam ense kısmınıza gittikçe yaklaşıyorsa bu kelime o korkuyu gözlerinize bakan en duygusuz kalpler bile görebilir. ölüm bazen kavuşma arzusudur, bazen geride kalanları öylece bırakma duygusu. ölüm gözlerinde başlar insanın önce. yavaş yavaş kalbine inmeye başlar, adım adım... geride kalanlar öyle acılar çekmeye başlarlar ki bir süre sonra acı kelimesi anlamını yitirir. ölüm gözlerdedir. yaşamadan zerresini bile anlayamazsınız, hissedemezsiniz azrailin nefesini omuzlarınızdaki rüzgar sanmadıkça...
Ama ben öncesini yaşadım, gördüm; nasıl olurda isterim ölümü? Nasıl ararım ölümü? Nasıl vazgeçerim nefes almaktan? aşık olmaktan? Öpüşmekten? Adem olmaktan? Havva kalmaktan? kuş olup uçabilmekten? sema olup mavi kalmaktan? böcek olup doğa ile bütünleşmekten? esrik olmanın deminden ve dahi deliliğinden? var olmaktan? nihilist olup yok olmaktan? bunca gel-git hayhuy ve hislerden?
Bilmediği şeyi nasıl sever? Nasıl ister? Nasıl tapınır insan?
Tanrı'yı karıştırma.
" Hiçbir sözcüğün, hiçbir kavramın dokunamadığı bir kutsallık vardır. Zihin onu kavrayamaz; sadece kurgular üretir. Ama kelimelerin, sembollerin, kavramların ötesinde, kendi içinde bütünüyle tutarlı bir kutsallık vardır.
Dile getirilemez. Bir olgudur."
Ama peki ya ölüm?
Bayım fena halde yanılıyorsunuz! Bir canlı pekâla kendinden güçlü olana inanır, sığınır, onu bilinci ile şekle sokar; pekala deneyimlenmiş olanda bir Tanrı yaratır, aslında hiçbir şeyde olmayanı bir forma sokmanın gafleti ile. Ancak ölüm böyle değildir. O bilincin deneyimlemiş olduğu şey olmamasına rağmen tüketendir, sona erdirendir, sahip olduğun her şeyi elinden alandır ve seni bilmediğin yere götürendir.
Bir düşünsene; kayıplara razı gelmeyen, kafa tutan adem, ölmeyi nasıl hazemeder?
Ölüm denen eline koca bir 'hiç' koyacak durumu nasıl kabul eder?
Kapı içerisine buyur eder?
Yok olacağını seçimsiz, telaşsız ve korkusuz nasıl betimler ve sahip olduğu her şeyden feragat eder?
Bir 'hiçe' mesela, 'bir boşluğa' pekâla, bir 'bilinmezliğe' en âlâsıyla, korkularıyla, savunmasızlığıyla...
insan hep kazancı için didinir. inancı kazancı içindir, aşkı kazancı uğrunadır, ebeveyn olması, zaruriyetleri; her şeyi ama baştan aşağısı, tepeden tırnağı; kazancı namına, güç istenci namınadır. Varoluş kodları sanki kişiyi alaya alır gibi buna eşitlemiştir adeta. Cerbezeli Tanrı kelamları dahi bunun için kullanır insan aklı kurnazlığınca...
" inanıyorsunuz. Kendinizi inandırıyorsunuz. Çok zeki grularınız, tapınaklarınız, sembolleriniz var. Çatıştıkça para kazanıyorsunuz. Para kazandıkça daha çok tapınak yapıyorsunuz. Gülmeyin. Sadece kazanmaya çalışıyorsunuz, hepsi bu."
Tüm kazandıklarını, yıllardır toplayıp biriktirdiklerini nasıl terk eder insan? Hem de bilmediği bir 'şeye'? Ölüme? Ve yok olmaya? Ve elindekilerini kaybetmeye?
Ölerek yaşacağını bilmek nasıl bir kader? Nasıl bir akıl kavramıdır? Bunu bilerek yaşamanın bedeli belki de bunca bencillik, namussuzluk, tüketim, çatışma, iki yüzlülüktür.
Belki de yüzyıllardır ademoğluna ve havvakızına gereksiz haksızlık ve anlayışsız suçlamalar yaptık. Ve belki de biz ölümlü canlıyı bu yüzden anlamadık. Ölümden korkmasını anlamlandıramadık. Sanırım sahip olmayı, hayatta kalacağına inandığı için biriktirmeyi ve çoğaltmayı bunun için istedi. Ne kadar çok kazanırsa, o kadar çok ölümden kaçacaktı. Ölümden kaçtıkça daha çok yaşayacaktı. Daha çok yaşadıkça, daha çok ölümsüzleşecekti; ve kısırdöngüsünü yineleyecekti. Ve belki de bilinçaltının hain oyunu ile sona yaklaşmayı erteleyecekti...
hep bilecekti oysa;
Öleceğini;
Ölümlü olduğunu...
soğuk bir jilet ve duş...
ne kadar ilaç warsa. ve uyku...
gazz ve uyku...
arabanın içine hortumla egzost gazı ( carbonmonooksid) ve uyku...
fare zehiri ve uyku...
kafaya poşet geçirmek ve uyku...
yalancının birine deli gibi aşık olmak ve her gün ölmek...
yoo en iyisi: 7.65mm veya 9mm alından ve tetik...
güle güle siktiğiminin dünyası.
daha geçen çarşamba dersinize girmiş gencecik capcanlı bir profösörün hayatını kaybettiğini öğrenince ne kadar da yakınımızda olduğunu anladığımız.
(bkz: hikmet sayılkan)
(bkz: nur içinde yatsın)
Ölüm diye bir şey bilimsel anlamda yoktur. Evrende madde vardır ve madde hiçbir zaman bu madde ölmez veya yok olmaz; yalnızca biçim değiştirir Madde yoktan var, vardan yok edilemez. Bu bir kanundur ve bize maddenin yok olmadığını, yalnızca biçim değiştirdiğini göstermektedir. insan bedeni de ölüm ile yok olmamaktadır, yalnızca biçim değiştirmektedir.
kalın bir tarih atlası, uzun bir soy ağacı, anlatılmakla bitirileiyen bir yaşam tecrübesi, milyonlarca kez alınmış nefes ve ölüm, hepsini anlamsız kılan tek gerçek... tüm anlamları yok eden ve kimsenin karşı koyamadığı son... acıları, umutları, hayalleri, mutlulukları değersizleştiren veda...
hani "bir gün... bir gün..." derdim ya,
işte bugün o gün.
en sevdiğim beyazımı koyuyorum bavuluma.
hani gerekmediği halde cep diktirmiştim dalga geçmek için seninle.
dünyanın kiri o kadar sinmiş ki üstüme.
silemez bu dünyanın suları.
aklımda da sen varsın
ve şakağımda bir namlu.
ne tuhaftır ki ensemde sıcak bir nefes hissetmiyorum.
demek ki yalanmış o sözler.
sözlerden ziyade, senden başkası yalan şarkıda da dediği gibi.
biraz fotoğraflarına baktım 2 derece bozuk, buğulu camlarımdan.
birkaçını aldım yanıma,
belki özlerim.
gerçekten çok uzak değiller
ikinci sınıf hayallerim
kırıkları da olmasaydı sevebilirdim belki.
adımlarım zorlaşıyor artık.
bedenimi taşıyamıyor mecaLsiz ruhum.
o da bir an önce bitirmemi istiyor
engin sınırsızlığı tatmak için.
takatimin son damlası tetikte.
ve işte tadıyor...
ahşap zemin sıcak kanı...
bedenimin en tepesineki yüzüm,
artık onun da burnu sürtüyor.
geç de olsa anlıyor.
o ise bunu hiç bilmeyecek.
göndermediğim mektuplarımı okuyamayacak asla.
rüzgara kulak vermediği için duyamayacak fısıltımı.
kalbini dinlemediği için aklımdan geçenleri,
bakmadığı her köşeye düşmüş içimden kopanları.
"elveda!" demek geçiyor içimden
fakat uyandırmak istemem.
gidemem gözünün içine bakıp da
"görüşürüz." demeden
98 yaşında birinin 1 asra yakın süren hikayesinin sona erdiği durumdur.
Üzülmek anlamsızdır. Ölenin sevdiklerine kavuştuğunu düşünüp, mutlu bile olursunuz.
Hele 98 yaşınızda ama yine yüzlerin omzunda ilerlerlediğiniz o ana kadar, aklınızı ve gücünüzü yitirmediyseniz, mucize gibi görünür.
içinizi burkan 1 tek şey olabilir, 98 yıla dahil olan torunlar, 1 tarihi kaybetmiştir artık:
.Çanakkale'de şehit olanları kimse anlatamaz onun kadar gerçek,
.Çetelerin batı'da da ortaya çıkıp, çocukları nasıl kestiklerini ama yahudilerin, hristiyanların, müslümanların; ermenilerin, türklerin, kürtlerin dostluklarını da anlatamaz,
.Atatürk'ün Dolmabahçe'den nakil edilen naaşının insanların boğazlarını düğümleyen bir yasla Haydarpaşa'dan yola çıkarılmasını da anlatamaz,
.Maksim Gazinosu'nu, Gazinocular Kralı'nı, eski kabadayıları, içki masasının namus olduğunu; yani konuşulanların kimseciklere anlatılmadan saklanmasının vefa borcu olduğunu da kimse anlatamaz,
.Ağaların batıda da var olduklarını; ağalıklarının eziyetten değil, mülkleri ile övünmeden yetime, öksüze, darda olana yardım etmekten geldiğini kimse gösteremez,
.Düğünlerin şenlik olması gerektiğini, ölümlerin birlik olması gerektiğini; zurnanın keyfini, mevlidin övgüsünü,
.Büyük evlerde, büyükler ve küçükler bir arada yapılan hoş sohbetleri, çocukları rüyalar aleminin derin köşelerinde yakalayacak efsaneleri de kimse anlatamaz.
Yani hayat, kaçında bir hikayeyi bitirirse bitirsin, her hikayenin bitişi iç burkar, mühim olan her hikayenin özellerinin unutulmamasıdır.