küçükken; özellikle akrabalar ve mahallenin ablaları "seyir beni ne kadar seviyorsun?" diye sorunca elimi kocaman açıp "inşaat kadar" derdim. evet itiraf ediyorum o zamanlar dünyadaki en büyük şeylerin inşaatlar olduğuna inanıyordum. *
sokakta yürürken çevremde gördüğüm taşları allah'a isyan etmeleri ya da ağır günahlar işlemeleri sebebiyle cezalandırılarak taşa dönüştürülmüş insanlar olduğunu düşünmek.
ben ufakken böyle beş-altı yaşlarında; yediğim bir zeytinin çekirdeğinin oldukça ufak olması garibime gittmişti. üşenmedim bütün aile bireylerine gösterdim. hepsi kendilerince farklı şeylere yorumladı bu durumu ama en ilginci ablamınkiydi. bana bu küçük zeytin çekirdeğini posta kutusuna koymamı ve çekirdeğin yerine ne gelmesini istiyorsam onu yüksek sesle söylememi buyurdu. gittim yaptım. çocuk aklı tabi posta kutusuna sığmaz diye küçük bişey istedim; papatya gelsin dedim. sonra koşarak apartmandan çıktım. saatler sonra döndüğümde küçük zeytin çekirdeğinin yerinde gül vardı. olur böyle aksaklıklar dedim ama yine de pek bi mutlu oldum. sonra tam gülü almış koklayıp bağrıma basarken ablamın bed kahkahasını işittim. evet ablam benimle dalga geçmişti. yıkıldım. yıkıldım.
istediğiniz bir şeyin olması için tam tersini söyleyip tekrarlamanın işe yarayacağını sanmak.
açayım;
anneanne tarafından her pazar akşamı olduğu gibi kaynar suyla kafaya hamam tası yiye yiye haşlanıyorsunuzdur pardon yıkanıyorsunuzdur. işkence esnasında aklınıza bu fikir gelir (nerden belli değil) içinizden sürekli su beni yakmıyor, aksine üşüyorum diye tekrarlarsınız bi müddet sonra gerçektende yanmadığınızı farkersiniz. bu düşünce sistemini kapı arkasına sıkıştırılmış süpürgeyle sopa yerkende devreye sokarsınız ve acımıyo ki acımıyo ki diye tekrarlarsınız. ama bunu içinizden yapmalısınız yoksa süpürgeli cadı dahada çok tahrik olabiliyo. neyse işte sonunu bağlayamıyorum, kaçırdım ucunu, moralim bozuldu. *