bir sabah işkencesi olarak yenmek zorunda olunan yumurta ve peynirleri savurtmak iyiydi; lakin ne atmış olursak olalım hiçbiri balkondan aşağı tükürmenin yerine geçemedi, geçemeyecek.
alakasız p.s: şimdi birileri bedavadan önüme yumurta, peynir, süt koysa diye bekliyorum. çok beklerim tabi, litrelerce süt içen lavabo, düzinelerce yumurta gören yerlerin dili olsa da konuşsa.
10-11 yaşlarındayız. kuzenimle beraber önceden hazırladığımız kâğıttan uçakları, vurulmuş savaş uçağı misali ateşle tutuşturup balkondan aşağıya salıyoruz. böyle böyle yirmi civarı uçağı yakarak uçurduktan birkaç saat sonra öğreniyoruz ki, o uçaklardan bir tanesi alt kattaki komşunun balkonda barındırdığı yedek tüpünün üstünde söndürülmüş.
balkonlarımızın yan yana denilebilecek mesafede olan arkadaşımla* hem ön hem de arka balkonda faaliyet içinde olduğumuz eylemlerdir. arka balkonlar apartman boşluğuna bakardı. orda yaz geleri cırcır böceklerinin eşliğinde sohbet ederdik. gündüzleri gözümüz görür vaziyetteyken ise gizli çalışmalar yürütürdük anarşist edasıyla. kağıtları küçük parçalara böler konfeti gibi aşağı salardık, aynı zamanda kömürlük olan en alt katta gördüğümüz sıçan*a tükürük sallardık. birbirimize oyuncaklarımızı fırlatırdık. ön balkondan ise bilimum taş, toprak, mandal bunları atardık. bi keresinde malum arkadaşım boş mısır koçanı atmıştı, gözlüklü bi teyzeye denk gelmişti. yamuk gözlükleriyle yukarı bize bakmıştı.
(bkz: kaç kaç geliyor)
(bkz: bu da böyle bir anımdır)
(bkz: o kendini biliyor)
marketlerde satılan buzdolabı poşetlerine işeyip ağzını da bağlayıp gece park halindeki otomobillere atmak değişik değildir umarım. aynı şekilde ablacığım bileziklerini atmış olmam da değişik nesnelere girmiyordur değil mi. biri beni uyarsın değişik nesnelermiydi lan onlar farkında değildim de *
zamanında kül tablası atacaktım ben. hemde öyle böyle değil nereden baksan 1 kilo var. olayın ayrıntılarına geçelim. efendim bir gün teyzemlerin balkonunda tek başıma oturuyorum o zamanlar ilkokul 5. sınıftayım. balkonun mermerinin üzerinde elimi gezdirirken bir anda elim bir şeye çarptı. tam aşağı düşecekken tuttum. bu tuttuğum şey koskocaman ve aşırı ağır camdan bir kül tablasıydı. o sırada aşağıya baktım kafası ayna gibi parlayan genç bir keltoş tam kül tablasının hizasında duruyor. sanırım hayatını kurtardım kel. insan bir teşekkür eder.**
erikleri yedikten sonra çekirdeklerini karşı binadaki camlara ve balkonlara fırlatmak kadar eğlenceli bir şey yoktu. şimdiki çocuklar örümcek adam olup kendilerini camdan aşağıya atıyorlar.
zaman zaman faciaya yol açabilir. aşağıda galeri varken, kasayla birlikte elma fırlatan bir velet tanıyorum. kapıyı kıracaklardı adamlar, açmadık. arabaya da bi' bok olmadı ki arkadaş, ne yani?
kuzenlerin yaratıcılığına uyup, toptan alınmış bir çuval soğanı tek tek balkondan aşağı atmak (sonrada temiz bir dayak yenilip bahçede soğan aranmaya baslanmıstır.)
anne:o soğanları bulmadan eve gelme!
Komşu kadını feryat figan çağırmak. Bir şey oldu diye korkarak, koşa koşa gelen kadının üzerine yukarıdan aşağıya şırrr diye işemek. **
(bkz: based on a true story)
(bkz: televizyon kumandası)
efsaneye göre eskiden kumandalara naylon kılıf uydurmanın nedeni de buymuş. kırılırsa parçaları kaybolmasın diye. e tabiki ozamanlar televizyon yeni çıkmıştı ve kumandası öyle pazarda satılacak kadar ucuz değildi...
paket margarin, domates, sosis vb. şeklinde dolapta bulunan nesnelerin sırf geyik olsun diye balkondan aşağı atmaktır. atma anı heycanlı ve keyif vericidir ama sonrasında anneden yenen dayakla gün sona erer.