hsyk değişikliği mhp nin seçim beyannamesinde var

entry2 galeri
    2.
  1. hsyk değişikliği bir tek mhp değil bir çok partinin gündemindeydi. bunların yanında şimdi canhıraşça hsyk'yı savunan gazetecilerin eski yazılarını karıştırırsanız onların da hsyk'yı çok eleştirdiklerini ve değişmesini savunduklarını görürsünüz. ama demek ki bir ikiyüzlülük var. değişmesini istiyorlar ama değiştirmeye gelince karşı duruyorlar.

    bir yazarımızın 2004'te yazdığı yazıyı başka bir entrymde yazmıştım, tekrar alıntı yapayım.
    (#9596709)
    --spoiler--
    Vicdanla-cüzdan değil, vicdanla-unvan arasında sıkışanlar

    BURADA defalarca yazdım. Türkiye'de yargının bu duruma gelip güven yitirmesinin nedenlerinden biri, Anayasa'nın 159. maddesinde yer alan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu.

    Hukukçu değilseniz şimdi yazacaklarımı bilmeyebilir, doğruluğundan kuşkuya düşebilirsiniz. Bu takdirde lütfen çevrenizdeki hakim, savcı ve avukatlara sorunuz.

    Bu Kurul 7 kişiden oluşuyor. Başkanı Adalet Bakanı. Onun emrindeki Bakanlık Müsteşarı doğal üye. (Siyaset Kurul'da 2 oya sahip. Böyle yargı bağımsızlığı olur mu?). Ayrıca Yargıtay'dan 3, Danıştay'dan 2 üye var. HSYK, yargının adeta imparatoru. Tüm hakim ve savcıların terfi, atama, ceza işlemlerini tek başına yapıyor.

    Daha da önemlisi, Yargıtay ve Danıştay üyelerini seçiyor. Kararlar 4 oyla alınıyor. Yani "siyaset" 2 Kurul üyesiyle anlaştığı takdirde istediği her işlemi, her hakim ve savcı için yapabiliyor.

    Ne yazıktır ve ne acıdır ki, her iktidar "yargı bağımsızlığından" söz eder de, Anayasa'nın bu hükmünü değiştirip siyasetin elini yargıdan çekmek hiçbirinin iŞiNE gelmez...

    Çünkü bu hüküm, her hükümete yargının başucunda Demokles'in kılıcı olma olanağını sağlar.

    ***

    Burada çok net, açık ve iddialı olarak yazıyorum. Mesleğin en son aşaması olan Yargıtay ve Danıştay üyeliğine hiçbir adli ve idari yargı mensubu, bu Kurul'da kulis yapmadan, adamını bulmadan seçilemez.

    Hakimler ve savcılar görürsünüz, Bakan, Müsteşar ve Kurul üyelerinin kapılarında esas duruşta beklerler, emirlerini sorarlar, bu arada kendilerini tanıtırlar.

    Devreye sık sık aracılar, sahtekar avukatlar, başka üçkağıtçılar girer. Bunlar Yargıtay'a üye seçtirme vaatleriyle bazı hakim ve savcılarla ilişki kurup istedikleri yargı kararlarını bu yolla çıkarmaya çalışır!

    Özellikle terfilerde, Kurul'da yapılan bu kulis kesinlikle gerekir.

    Yargıda az sayıda bile olsa vicdan-cüzdan çelişkisine düşmüş birileri belki vardır.

    Ama esas önemli hadise ViCDAN-UNVAN çelişkisidir...

    Çünkü her hakim ve savcı, doğal olarak yükselmek ister. Yargıtay ve Danıştay üyesi olmak ister.

    işte bu aşamada, Kurul'un "ulaşabildiği" üyeleri arasında kulis yapması, aracılar kullanması, kendini tanıtması, daha da açıkçası torpil bulması gerekir. Başka türlüsü mümkün değildir. Olmuşsa istisnadır ve kaideyi bozmaz.

    ***

    Bazı Kurul üyeleri geçmişte bu görevlerini kötüye kullandılar. Hemşerilik, bölgecilik, particilik, hatır gönül gibi ahbap çavuş ilişkileriyle çok sayıda atamalar yaptılar. Yargıtay ve Danıştay'a üyeler seçtiler, oralarda kendi ekiplerini oluşturdular.

    Kulisi olmayan hep kaybetti. Somut örnek vereyim: Varsayalım Yargıtay'a üye seçilme niteliği kazanmış olan 300 hakim ve savcı var. Ancak o seçimde sadece 5 kişi seçilecek. Kimin torpili, kulisi ve aracıları güçlüyse, onlar seçildi.

    Kurul üyeleri arasında sürekli pazarlıklar oldu: "Siz bizim 2 adamımıza oy verin, biz de sizin 3 adamınıza oy verip seçelim"

    Bakan ve emrindeki Müsteşar, 7 kişilik Kurul'da kafadan 2 oy sahibi. 2 oy daha bulunca, pazarlıkta uyuşunca, 4 oyla iş biter!

    Kendini tanıtamayan, kulis yapmayan, yapamayan ya da kafa yapısı ve kararları iktidarın hoşuna gitmeyen nice hakim ve savcı ise yerinde sayar, görevinden alınır!

    Böyle adalet olur mu? Kendi içinde adaleti sağlayamayan yargı, vatandaşa nasıl sağlar?

    ***

    Bu yazdıklarımı kimse yanlış anlamasın. Kurul'da elbette çok düzgün üyeler görev yaptı, doğru kararlar da verildi. Onları baştan sona eleştirmek aklımdan geçmez.

    Ancak bu yazı boyunca yazdıklarımın -eksik bile olsa- tümü gerçektir.

    Düzen böyle kurulmuş. Devletin hakimlerini, Cumhuriyet'in savcılarını düşünün ki, Bakan, Müsteşar ve Kurul üyelerinin kapılarında bekliyorlar, aracı kullanıyorlar, torpil arıyorlar... Çünkü haklarına ancak bu yolla ulaşacaklarını biliyorlar.

    ViCDANLA UNVAN arasında sıkışmış durumdalar.

    Yazımın başında da belirtmiştim. Hukukçu olmayan bazı okuyucularım bu yazdıklarıma belki inanmak istemeyecekler. Abarttığımı zannedecekler. Lütfen çevrelerindeki hakimlere, savcılara, avukatlara sorsunlar. Onlar bu çarpık haksızlık mekanizmasını çok daha ayrıntılı anlatacaklardır.
    --spoiler--
    alıntı: emin çölaşan
    0 ...