Kurduğum cümlelerin öznesine ayrılıyorum paramparça. Tıpkı, senin benden gidişin gibi bu ayrılık. Bir intihar gibi, bir umut gibi ve bir yaşam gibi. Her ayrılıkta ölüm olsa da, bu ayrılığın girişi, gelişmesi ve sonucu yaşamanın verdiği acıya rağmen, hala nefes alıp ayakta durmak ve her cümle de paramparça olmak. Kurduğum ve kuracağım cümlelerin garantisini vermiyor gibi gözüksem de, sonra, yarın, bir daha ki sefere, zamanım yok gibi cümleler kurmayarak garantisini veriyorum. Oysa sen, görüşürüz derken bile sonrayı, yarını ve bir daha ki seferleri içine hapsediyorsun. Sonra, sonra değil mi daha yaşanacak olan mutlu günler? Bir daha ki sefere belki, belki yarın, belki de zamanın yok.
Ah, ah bir bilsen.. Şu an bilmem kaç derece ateşle yanıp, bilmem kaç kere ter döküp ve bilmem kaç bardak su sonrası yatağıma uzanıp yazsam da, yarını düşünmeden ; Son günüm bugünmüş gibi yaşıyorum. Tek eksiğim sensin, her şeyim var. Elim var, kalemim var ve kağıdım var yazdığım. Yazgımı sorguladığım aklım var. Aklımı sorguladığım küf kokulu hayallerim, hayallerimi yazamadığım kalemim ve kağıdım var. Hayal kurmak bile sonradır, yarındır, belki bir daha ki seferedir. Artık onu yapmaya bile gücüm kalmadı desem yeridir. Yarının olacağını bilen milyonlarca insan, yarının olacağını bilip de, ona erişemeyeceğini düşünen bir kaç insan var gördüğüm. Kördüğüm olduğunu zanneden, acı ile kavrulup, özlem ile harmanlanmamış binlerce şair var.
Koskoca istanbul'un bile yarını yoksa, başka kimin yarını var? Ellerim ney'i tutmuyor, tutsa da nefesim yetmiyor taksimlemeye. Gözlerim kapalı, şuurum yarı açık, elimde derman, dermanımda kalem çiziyorum yazdığım en güzel hikayelerin baş kahramanı olan seni. Sen, evsiz kalmış çocukların yağmurda sığındığı bir ağacın saçağısın. Sen ıslanırsın, sen kurursun ve sen üşürsün sana yazan evsiz kalmış çocuğa rağmen. Veya ıslandığını, kuruduğunu üşüdüğünü var sayarsın yalnız olduğunu sandığın ve etrafındaki onlarca insanı fark etmediğin gibi. Sana kızıyorum yalnızlık kelimesini yanına yakıştırdığın için. Keşke ve belki ler ile sürdüğümüz ömrümüzde sadece iyi ki diyemediğimiz için ve bunları benim yüzümden yaşadığın için sana kızıyorum. Güçlü olmayıp, eylül ile ekim arasında bitirmen gerekirdi önüne sunulmuş ne kadar ihtişamlı ve lezzetli görünse de, zehirli olan o yemeği. Bilseydin, veyahut bilmeseydin değişen tek şey geceleri beni ararken istemeden uykuya dalan gözlerin olacaktı. Yaşlanmayacaktı saçları genç yaşta ağaran ben gibi. Yaş akmayacaktı.
Gelmeden gitseydin, daha az cümle kurulacaktı. Belki de daha az sigara yakılacaktı yokluğuna. Tütün ziyanı olmayacaktı, kibrit çöpleri için onlarca ağaç daha kesilmeyecekti. Alkol ve tütün mamülleri satan o bakkallar batacaktı, iş yapamayacaktı. Her ayrılıkta bir hayır varmış gibi gözükse de, her ayrılıkta sadece hayır vardır. Hayır denilir biter, bitti vardır, bitti denilir ve gidilir, gitmek vardır, gidilir ve bitilir. Bitmek vardır ki bir tohumun bitip çiçeğe dönüşmesi, bitmek vardır ki bir çiçeğin köklerinden kopartılması. Ben senin gözyaşların ile sulanan bir ağaçtım. Her ne kadar kurumayı istesem de, gece vakti ve şiir sonrası sancıları ile beni sulardın fark etmeden. Doğa gereği büyümem gerek olsa da gözyaşları sonrası, kurumaz köklerim ile toprağa daha sıkı bağlanır ve büyümezdim.
Çocuk kalırdım gözyaşlarında. Gözyaşlarında köklerim kururdu, gövdem ve dallarım dimdik kalırdı. Kalırdım gidişinin ardından bitmiş bir sigara gibi. izmaritimden odaya sinen o yalnızlık kokusunu içime çeker, gülmek ister ağlardım. Ağlardım ya, yine ağlardım. Erkekler ağlamaz derlerdi, ben ağlamıyor gözükür ve kanardım. ilk önce sana ağlar, sonra sensizliğe kanardım. Varolmak ve yokolmak arasındaki o ince çizgiye rağmen hala yaşanabilecek şeylerin olması umudu ile ayakta kalıp, yanıp, sönüp, kanayıp ve hiç durmadan sadece özleyip beklemek gibisi yok ayrılıkta. Hiç gelmeyeceğini bilerek beklemek gibisi de yok yaşamakta. Kalbin atması, nefes alıp vermek, ağlamak, gülmek ; insana dair yaşanan ne varsa, o da vardır ayrılıkta. Yaşarken ölmek diye bir fiil olsa da, ölürken yaşamak diye bir fiil daha yoktur lugatta. Bir şekilde herkes yaşarken ölür. Ölürken yaşayan ve öleceğini bilip bunu umursamayan insanlar arasındaki tek fark acıdır. Ama sen, bunu bilmezsin uzak kentin kızı.
Her acıya katlanır, her şeyi bir kenara iter ve böylesi daha iyi dersin ve gidersin. Gitmek sana, kalmakta bana yakışır. Sen bilmezsin gecenin bir yarısı sabahı yaşayıp, kesik kesik uyuyup her saat başı görülen ayrılık kokulu rüyalarda yaşamayı. O rüyalarda sen varsındır, sen ordasındır, bir yerlerdesindir ve gidersindir. Sen kendine gitmeyi görev edinmişsindir, ben ise seni rüyalarda yaşayıp sadece yok olmayı. Hani, sigaradan her nefes aldığında bitmesine biraz daha yaklaşırsın ya, işte böyle bir şey sensizlik. Her nefes aldığımda bitmesine biraz daha yaklaşıyorum sağlığın ve sıhhatin. ilaçlar ile ayakta duran daha kaç insan tanıyorsun? Ya da, her şeye rağmen bir yerlere tutunup ayakta kalan, yürümek isteyince tökezleyen, duran, kanayan, susayan ve ihtiyacı olan suyu başkasının dudaklarında aramak yerine sadece tek bir kişinin gözlerinde arayan, kaç insan, kaç insan tanıyorsun hayatında? Bir beni bilirsin hayatının dışında olan.
Beni hep dolan gözlerim ile bilirsin, dolan gözlerim vardır ve sen sadece bunu görüp, bununla yargılarsın beni. yapma böyle dersin, daha iyi olacak dersin ve gidersin. Ne garip, herkesin dediği şeyleri dersin ve farklı olursun. Tek farkın herkesin içinden geldiği gibi konuşup klişe olmasına rağmen sen içinden gelmeyenleri söylerek tek olursun ömrümde. Ömrüm ki ölüm döşeğinde. Ölüm döşeği ki kollarında. Kolların ki, bana çok uzak. Oysa sana son bir defa sarılsam, nefesini nefesime çeksem, kokunu hissetsem, gözlerini tutsam, ellerine baksam. Klişe hareketlere inat, senin bilmediğin şeyleri yapsam. Uzak, çok uzaksın bana uzak kentin kızı. Her ne kadar aramızda metreler olsa da, binlerce kilometre ötede hasret çeken iki ayrı insan gibi yaşıyoruz ikimiz. ikimiz, biz. Biz idik bir zamanlar istanbul'un yalnızlık kokan semtlerini beraberlik ile süsleyen iki insandık. insandık nihayetinde ve telafisi olmayan hatalar yapardık. Sevmemeliydik birbirimizi, hata yapmamalıydık.
Sen her ne kadar bunu hata olarak görmesen de, sende çok iyi biliyorsun ki bir hataydı karşılaşmamız. Aynı otobüse binip, aynı durakta inmemiz ve biz olmamız. Çatısı camdan olan evli hayaller kurmamalıydık, o banka el ele koşmamalıydık ve yalnız oturmalıydık. Ben kafamı omzun yerine demire yaslamalıydım. O vapurda gözlerinden değil de, dolan gözlerimden izlemeliydim istanbul'u. Hata yaptık, affetmedi tanrı bizi. Telafisi olmadığını bildiğimiz bu hatalara bir telafi aramak için şimdi aynı şehirde, aynı semtte, aynı mahallede birbirimizden binlerce kilometre uzaktayız. Değişecek mi dersin, telafilerini bulabilecek miyiz bu hataların? Veyahut telafisi olmadığını bile bile, senelerce uzak kalıp, sonra günün birinde ona, onu sevdiğimi söylemeliyim diye arayacak mıyız birbirimizi?
Her şeyin bir sonu olduğu gibi bizimde sonumuz var görmek istemediğimiz. Her ne kadar ondan kaçıp, ona sığınmak yerine sığınsak da başka yüreklere, bildiğimiz ve göremediğimiz çok şey var. Etraflıca, ulu orta ve ayan beyan karşımıza çıkan onlarca sebep var gülmek için. Görebilir miyiz?