"kadınlar doğum sancısını, denizciler de fırtınalı havaları unutmasalar; dünyada ne çocuk olurdu ne de denizci " cümlesiyle aklımda yer etmiş kurumdur.
güneş tuhaf doğar denizin ortasında; kızıllığın, kırmızının ve mavinin türevlerinin her evresinin insan derisine işleyişini hatırlatır deniz,
"Gün doğmadan,
Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
içinde bir iş görmenin saadeti,
Gideceksin
Gideceksin ırıpların çalkantısında.
Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
Sevineceksin.
Ağları silkeledikce
Deniz gelecek eline pul pul;
Ruhları sustuğu vakit martıların,
Kayalıklardaki mezarlarında,
Birden
Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
Bayramlar seyranlar mı dersin,
Şenlikler cümbüşler mi?
Gelin alayları, teller, duvaklar,
Donanmalar mı?
Heeey
Ne duruyorsun be, at kendini denize:
Geride bekliyenin varmış, aldırma;
Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
Git gidebildiğin yere... "
insanı düşünce siyle serinleten;
"Deniz yırtılır kimi zaman,
Bilmezsiniz kim diker;
Ben dikerim."
deyişini ve orhan veliyi hatırlatır deniz. orhan veli yi sevdirir deniz.
rüzgarın tuzlu tuzlu esişini, teninde tuzlu yapışkanlığı, ayın koca deryaya yansımasını ve sularda gölgelerimizin oluşturmasını.
"cihan - ârâ cihân içindedür arayı bilmezler
ol mâhiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler" diyen hayaliyi,
korkutan derinliği, gündüz mavi olan rengin gece nasıl zemheri zifiriliklere dönüştüğünü anımsatır deniz.
nazım hikmeti özler deniz;
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Balık tuttuk yiyen ölür,
birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Balık tuttuk yiyen ölür.
Elimize değen ölür.
Tuzla, güneşle yıkanan
bu vefalı, bu çalışkan
elimize değen ölür.
Birden değil, ağır ağır,
etleri çürür, dağılır.
Elimize değen ölür...
Badem gözlüm, beni unut.
Bu gemi bir kara tabut,
lumbarından giren ölür.
Üstümüzden geçti bulut.
Bu gemi bir kara tabut.
Badem gözlüm beni unut.
Çürük yumurtadan çürük,
benden yapacağın çocuk.
Bu gemi bir kara tabut.
Bu deniz bir ölü deniz.
insanlar ey, nerdesiniz?
Nerdesiniz?
japon balıkçıları, kılçıklı balıkları, badem gözlü sevgiliyi,
kız kulesini, boğaz köprüsünü, mavi-yeşil ilişkileri, üç ayrı kıtayı, boğaz geçişlerini, yunan adalarını, kıbrısı, ispanyol kayıkçılarını, açık mesafelerde yüzen pet şişelerini, kirliliği, karadeniz kıyılarını, dalga kıranları,
bir limana gelirken hissedilen heyecanı, güneş yanıklarını, mercanları, tuzlu su yutmaları, deniz yemeyi, deniz yemek tabirinin dev dalgalar nedeniyle içinin dışına çıkması, "ölüyorum artık" decesine kendinden geçme mansına geldiğini hatırlatır deniz...
"cok yorgunum
beni bekleme kaptan
cok yorgunum
beni bekleme kaptan
seyir defterini baskasi yazsin
seyir defterini baskasi yazsin
cinarli kubbeli mavi bir liman
beni o limana cikaramazsin
beni o limana cikaramazsin
cinarli kubbeli mavi bir liman
beni o limana cikaramazsin
beni o limana cikaramazsin
cok yorgunum
beni bekleme kaptan" diyen cem karacayı hatırlatır,
şehir hatları vapurlarını, martıları, vira bismillah, funda bismillah demeleri. sevgiliyle üşümeyi, huzuru, içine mutluluk çekmeyi, yunusları, yunusların gemilerle yarışırcasına yüzmelerini; ve kavuşmaları, özlemleri, yanıp tutuşmaları hatırlatır deniz.şiiri hatırlatır, şiiri barındırır deniz.