istanbul il sınırları içinde yaşayan herhangi bir insanda yaşama isteği bırakmayan doğa olayı...
yakındır:
kulağımda kulaklığım ile gülhane parkı'nın, alabildiğine sarışın ve olabildiğince kevaşe yaprakları arasında düşünmeksizin atacağım her bir adımımı. her adımda durup da mazinin bir karesine selam çakacağım sanki yetmişine merdiven dayamış bir ihtiyar gibi... çocukluğumun hayvanat bahçesi, panayırı ve konserlerinin yanısıra gençliğimin çakırkeyif ve sayılı sigara izmaritleri ilişecek gözüme. yaşlandığımı düşüneceğim bir çardakta oturup da aşağıdaki veletlerin koşuşturmasına şahit olurken.
sonbahar yakışıyor sana be şehr-i hârika... saçlarını her sarıya boyadığında enerjimi, böylesine sömürmen şart mı? fakülte önlerinde, uzun ekmek kuyruklarını andıran öğrenci toplulukları. analarının koynundan yeni çıkmışçasına, göz bebeklerine yerleşen hayranlıkla hep sana bakarlar mı yılın bu mevsiminde?
haydarpaşa'dan hareket etmekte olan her tren, bir intihar çığlığını bu mevsimde çağrıştırmak zorunda mı? peki ya martıların neden sonbaharda daha bir yanık inler? öleceğim ulan... bir ikindi vakti olacak ve yağmur cenaze namazıma müteakip olarak boşalacak gök yüzünden. doğuyor içime, ikindi vakti batan güneşe nazire edercesine.