ilkokul da annem ders çalışmadığım için beni cezalandırdı ve bir kereste atölyesine yolladı. hem ders çalışıp hem de işlere yardım edecektim. annemin fikri oradaki hayatı görüp iğrenmem, hayat boyu zora gelmemek için daha çok çalışmam ve insanların bana saygı göstermesini sağlayacak bir işe girebilmemdi. aslında suçlayamam onu, sonuçta kendince beni korumaya çalışıyordu.
iyi ki de yapmış.
bir gün atölyede yaz tatili için verilen ödevi yapmakla meşguldüm. hani şu, sarı kapaklı zihinden problemler kitabı. annem babasına biraz takıntılıydı. dedem ise müthiş bir matematik zekaya sahip olduğundan biraz da onun gibi olmamı istemiş olabilir. çünkü üzerine düştüğü tek şey matematik idi.
bir ara tuvalete gitmek için kalktım, gittiğim yol üzerinde bir noktada, meyve kasalarının yanlarını sabitlemek için kullanılan tenekeler vardı.
ayak bileğim resmen doğrandı. izi hala bacağımdadır.
ama unutamadığım şey bu değil.
aynı atölyede dayım usta başıydı.
yanıma gelip;
"eğer yürüdüğün yolda dikkatli olmazsan, sen de ayağını keser, bizim gibi olursun." dedi.
ben babasız büyüdüm henüz 1 yaşımdayken kaybettim onu. bu yüzden dayım, kısmen bir baba gibiydi benim için.
ve o adam bana "benim gibi olma" dedi. örnek aldığım insan, kendini küçük görürken benim söylediklerini yapmamı bekliyordu.
o anda ailemi dinlememeye karar verdim aslında. o kadar çok, düşüp kalktım ki hayat boyu. o tenekenin bıraktığı yara izi hep gözümün önündeydi ama kimsenin gözü üzerimde değildi.
işte bu yüzden unutamam o anı. gözleri dolmuş halde bacağı kanayan on yaşında bir çocuğa "benim gibi olma" diyebilen bir adam beni kendi kararlarımı alabilmem için teşvik etti ve farkında bile değildi. "görebilmeyi" o zaman öğrendim sayılır.