yeryüzünde gerçekleştirilmiş hiç bir devrim, başlangıç aşamasında mükemmel olmamıştır. zaten, olmasını beklemek de hayalperestlik olur. devrimleri, devrim haline getiren; onları, üstün bir öngörü, toplumsal değerleri hiçe saymayan ancak, çağa uygun yaptırımlarla dönüştüren, güçlendiren ve zaman içerisinde devletin tüm kurumlarında ve halkın nezdinde kökleşip yücelmesini sağlayan uygulayıcı kadrolardır.
atatürk, üstün öngörüleri, güçlü liderlik vasfı ve en önemlisi vatansever olması nedeniyle, ilk on yıllık dönemde ülkeyi, dünyanın hayranlıkla izlediği boyutlarda geliştirmeyi başarmış ve bu büyük başarıyla ülke insanı nezdinde elde ettiği krediyi onu çağdaşlaştırma yolunda dönüştürmek için kullanmıştır.
o'nun ölümünden sonraki 1940-50 dönemi, ülke için tam anlamıyla kayıp yıllar dönemidir. neredeyse tüm avrupa kentlerinin, hitler'in tankları altında ezildiği, yakılıp-yıkıldığı bir süreçte türkiye; bırakınız savaştan nemalanmayı, gazı-ekmeği karneyle almaktan kurtulamamış, ilk on yıllık gelişimin; gerek eğitim ve sağlık ve gerekse sanayileşme bağlamında yarı hızına bile ulaşamamıştır.
- o'nun 'tek adam' oluşu, ölümünden sonra boşalttığı koltuğa oturan ismet inönü gibi basiretsiz, beceriksiz ve korkak bir liderin elinde; savaşsız geçen, altın değerindeki on yılın heba edilmesine ve sonuçta yerle bir edilen avrupa; yeni ve modern yüzüyle yükselirken bizlerin, bu gelişimi seyretmekle yetinmemize sebep olmuştur.
- buna mukabil, atatürk'ün hiç mi hatası yoktur! elbette ki vardır.
aidiyet temelini 'türklük' üzerine kurması, aynı bağlamda; yaşanılan topraklara 'anadolu' yerine 'türkiye' adını vermesi ya da verilmesini sağlaması, devlet kontrolu çok kolay sağlanabilecek, kökleşmiş ve belli bir ritueli olan tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlayarak, dinin ve dolayısı ile inanç sahibi cahil halk kitlelerinin, merdiven altlarında faaliyet gösteren şarlatanların, üfürükçülerin, cinci hocaların elinde oyuncak edilmesine vesile olması bunların başlıcalarıdır.