tam anlamıyla gözlerimi kocaman aça aça, gözlermde yaşlarla izlediğim bir final olmuştur. bazı kesimin "hiih ne ayıp hiç türk aile yapısına uygun mu bu şimdi" laflarının aksine, böyle bir olayın sonuçlarının ne kadar ağır olabileceğini ve daha bir çok şeyi gözümüze gözümüze sokmuştur. söyleyeceklerim uzun, bir an önce başlayayım...
beren saat in oyunculuğu beni çok etkiledi. "nasıl dayanıcam anne" diye ağlayışı, son ana kadar umudunu yitirmeyişi, behlülden gelen son telefondan bile bir şeyler umut edip, "şimdi yanına geliyorum" sözünü duyduktan sonraki yüzündeki o umut, o sevinç ve hemen ardından helen "ben gelene kadar amcama sakın bir şey söyleme bihter nolursun hayatlarımızı mahvetme" yi duyduktan sonraki "peki" si... ölümü aklına koyduğu andan itibaren ki soğukkanlılığı ve aklını yitirmiş halleri, bakışları... beyaz, şaşasız elbisesi, makyajsız, saçları ıslak bir halde silahı almak için odadan yalın ayak çıkışı ve bu sahnenin aynadan gösterilişi... hiçbişeysiz, yalnız, çaresizliğiyle beraberdi bihter. silahı, söz geçiremediği kalbine dayaması da ayrı bir anlam ifade ediyordu. ayrıca adnan kapıdan girdiğinde bihterin ona arkasının dönük, behlülün amcasıyla yüzyüze gelmiş olmasında da bir göz kırpma vardı. bihter son anda dahi yüzleşmedi adnanla, zaten adnan bihterden yana yakınmadı bile, yalnızca behlüle "sen benim oğlumdun!" dedi ve bihter, ondan hesap dahi sormayan "koca"sına doğru başını çevirip sonra behlüle bakıp kendisini vurması farklıydı. ha ayrıca " nihali bırakamadğın için beni bırakıyosun.. nihal tek bir nefesle solup gidecek bir çiçek. peki ya ben? beni gözden çıkarabilicek misin? beni beni.. bihterini" demesi beni benden almıştır.
behlülün apar topar eve gelişi ve bihter e yalvarışı da etkileyiciydi bence. her ne kadar çoğu kimse kıvanç tatlıtuğun oyunculuğunu beğenmese de bence güzel rol yaptı. "behlül" ü hissettirdi bize. zaten romandaki behlül firdevs hanımın yaptığı gibi kaçıyordu böyle duygusal değildi. mezarı başında bile "ben hep seni sevdim" diyemedi behlül. kendisiyle çelişti durdu. hem "elinden tutamadım senin... ben böyle bi adam olmasaydım... gidecek bir yer vardı..." dedi hem de "oğlum diyen bir adamı sırtından bıçakladım ben" dedi. son olarak da ağlayarak "hadi aşkım.. behlül kaçar" diyerek her şeyi terketmesi de anlamlıydı. çünkü "behlül kaçar" lafının kinayeli bir biçimde kullanılmasını bekliyordum bir yerlerde.
bihterin intiharını zaten biliyorduk ama çekim teknikleri ve imgelerle bizi sanki hiç tahmin etmediğimiz bir sonmuş gibi etkiledi ama asıl şoku firdevs hanımın halini görünce yaşadım ben. olayların kızışacağını anladığı an tası tarağı toplayan firdes hanımın o hale gelmesi kimsenin beklediği bir şey değildi. son olarak cenaze arabaya konulduktan sonra elini bırakıp yoluna giden ve parmağındaki yüzükle oynayan çetin özdere bakışı da çok anlamlıydı.
ve en çok etkilendiğim sahnelerden birisi nihalin hastanedeki sahnesiydi. bülentin kapıda öylece duruşu ve nihalin boylu boyunca kendinden habersizce yatışı, gözlerindeki o ifadesiz ifade kanımı dondurdu. küçük bihter olmaya başladığı andan itibaren nihalden nefret etmiştim ama o halini görünce tüylerim diken diken oldu. sanırım hazal kaya, "nihal" olarak hayatının rolünü oynamıştır sırf o bakışla...
adnan zaten acısını, aylardır kendini sorguladığında çekmişti. bihter e boşanmak istediğini sölediğinde bihter in " her şey bu kadar basitti işte" demesi, bihterin tokadı oldu. evet her şey bu şekilde saplandığı çamurdan biraz olsun sıyrlabilirdi. sen adnandan boşanırdın, boşandığın için behlülde sana sık sık gelirdi. sonra birlikte giderdiniz. ne nihalle behlül evliliğe kadar giderlerdi ne de kimse bu denli yıkılırdı.
karakterler hakkında sanki gerçeklermiş gibi konuşmamızı sağlayabilen tüm dizi ekibinin alnından öpüyorum. çemberimde gül oyadan sonra ekrana beni bu denli kitleyen ve finaliyle kanımı donduran, beni ağlatan başka bir dizi olmamıştı. tebrikler.