Bir zamanlar elime Ömer Seyfettin'in bir kitabını almışım. Adı Kaşağıydı. Okuyorum okuyorum ve en sonunda kitapta beni heyecanlandıran bir parça, NAKARAT.
Efendim Gençliğini Makedonya'da geçiren bir subay 10 Kasım 1902'de Pirbeliçe'ye atanıyor. Öyle pis bir yer ki burası, durulmak istenmeyecek kadar kötü bir kasaba.Sonra altı aylık bir süreci geride bırakırken camından bir Bulgar kızını, Radayı görüyor. Rada isimli bu kız ona öyle güzel biri gibi görünüyorki *Neyse bunları geçelim bu kız Subayımızın gözlerinden gözlerini ayırmıyor yani ondan kaçmıyor. Bundan sonra başlıyor zaten asıl olay. Evet Rada isimli bu şahsiyet aşagıdaki ahırlarından evine çıkıp Subayımıza sesleniyor:
NAŞ, NAŞ
ÇARIGIRAT NAŞ
RAZVA TiRi *
Bunları duyunca Subayımız aşkından deliye dönüyor ve bunları gerçekten güzel dökülmüş kelimeler olarak addediyor. Sonra Subayımız Pre Dö Riviyerra'yı çalıyor ağzıyla . Kız bunu anlamıyor ama Subayımız onun dediklerini bakın nasıl çeviriyor.
Seni Çok Seviyorum , Balkanlar'dan Şıpka'dan , Aşıp geldim ben sana. Meriç bak olmadı , Bir set benim yoluma. Seni Çok Seviyorum diyerek tercüme ediyor, ki olay'ın sonuna geldik sayılır.
Artık oradan ayrılma vakti yaklaşıyor, Subay niyeyse bu kızın ismini hiç öğrenmemiş, Orada çorbacı denilen bir adama o kızı soruyor ailesiyle, geçmişiyle ilgili bilgiler alıyor. Öğrendigi güfteleri Çorbacıya çevirtmek istiyor , Çorbacı Bunun kabul edilemez oldugunu kasabada kimsenin bunu kabul etmeyecegini söylüyor.
Çorbacı anlamını bildigi halde söylemek istemiyor fakat Subayımız'ın ısrarlarına dayanamıyor ve anlamını dile getiriyor;
'BiZiM OLACAK, BiZiM OLACAK iSTANBUL BiZiM OLACAK' kelimelerini dilinden dökünce subayımız o karlı kışlı havada üstünü başını çıkarıp bir köşeye atıyor ve soguk algınlıgı geçiriyor. 40 derecenin üstünde seyreden ateş sonrasında neler oldugu kitapta anlatılmıyor...