17 yaşında üniversiteye hazırlanan doğaüstü hiçbir şeye inanmayan hatta hafif ti ye alan bir gençtim. sınava on gün kala gittiğim dersane tarafından düzenlenen bir kampa iştirak ettim. kampın 4. günüydü sanırım o sıralar basında da çok gündemde olan bir hipnozcunun; kendisi tıp eğitimi almış bir doktordur; yurdumuzu ziyaret edeceği ve motivasyon ve irade konulu bir konuşma yapacağını öğrendik. tabii anında geyiği başladı yurtta. dershane arkadaşlarımdan bir genç, ablasınında bu tür konulara ilgisi olduğunu ve kendisini hipnoz ettiğini, nasıl yapıldığını bildiğini iddia etti. doğal olarakta tarafımdan makaraya alındı. fazla ileriye gitmiş olacağım ki, eşzamanlı bir hipnoz teklifi ile karşı karşıya buldum kendimi. arkadaşların da sıkıntılı 4 günün ardından biraz eğlenceye ihtiyacı olduğunu düşünerek kabul ettim. yere yüz üstü uzanmam istendi, takiben dışarısını silik bir şekilde görebildiğim bir çarşaf örtüldü üzerime, ismi lazım değil, arkadaş başladı telkinlerine; en çok olmak istediğim yeri sordu bana. ben de dalgaların sesi ile başbaşa kalabileceğim bir sahil olduğunu söyledim. şimdi kumları sapsarı, alabildiğine uzanan ve dalgaların ayaklarına vurduğu bir sahilde olduğunu düşün ve gözünde canlandırmaya çalış dedi. tabii çocukluğumdan bu yana hayal kurmaya yatkın olmam ve hatta hayalini kurduğum mekanların kokusunu dahi alabilen bir insan olarak fazla uğraşa gerek duymadan kendimi bir sahilde buldum. yavaş yavaş üzerimdeki örtüyü falan unutmaya başlamıştım bile. arkadaş beni o sahilde alabildiğine koşturduktan sonra, sahile sırtımı dönmemi ve önümde yükselen bir tepe olduğunu hayal etmemi istedi ve o tepeden hızlı adımlarla çıkmamı. yaptım tepenin üst kısmına ulaştığımda mavi bir gökyüzü ve saçlarımı yalayan rüzgarı hayal ediyordum, yani bana söylenene eklemeler yapıyordu beynim. durum hoşuma gitmiş olsa gerek kendimi çok rahatlamış hissettim. takiben arkadaşımın sesi uzaklardan havanın karardığını ve bir ormanın girişinde olduğumu söyledi. aniden bulunduğum mavi ve ferah tepe karardı ve ürpertici bir ormana dönüştü, içimin titrediğini ve saçlarımın nemlendiğini hissettim. ormana girmem gerektiğini söylüyordu ama ben korkuyordum. bilmediğim bir şeyin içimi ürperten varlığıydı zihnime dolan. arkadaşım ormana girip girmediğimi sordu. girmek istemediğimi söyledim; sonradan öğrendim, sesim ağlamaklıymış ve gerçekten titriyormuşum; arkadaş neden diye sordu. üşüdüğümü söyleyebildim, aslında o an tam giriş kapısındaydım, bir yandan pek inandırıcı gelmesede yurtta bir odada olduğumu düşünmeye çalışıyor, bir yandan da önümde hışımla dallarını bana doğru rüzgarın savurduğu karanlık ağaçlara bakıyordum. arkadaşım ormana girmem gerektiğini, ormanın içinde bir kulübe olduğunu ve orada dinlenebileceğimi söyledi. bende istemeye istemeye ileri doğru birkaç adım atmak zorunda kaldım, ayaklarımın altında ıslak çimenlerin ezilirken çıkardığı sesleri duyabiliyordum. arkadaşım önüme bir patika çıkıp çıkmadığını sordu. sormasıyla birlikte ağaçlar önümde sağa ve sola açılarak kara bir patikayı meydana getirdiler. yürümemi istedi, yürürken bir anda yanağıma çarpan bir dalı ve kan kokusunu aldım. söylemek istedim ama birşey engelledi beni. fazla sürmedi ki önüme bir kulube çıkmış olması gerektiğini söyleyen bir ses duydum, artık sese pek anlam veremez olmuştum, sadece engelenemez bir cevap verme arzusu hissediyordum. kulubeyi gördüğümü söyledim. pencerelerini, bahçesindeki çiçekleri, kapısının yeşil saplı tokmağını anlattı ses. oysa ben sadece kapısız, penceresiz, kapkara, tahtadan oyulmuş gibi bir şey görüordum, adına kulube diyebilmek mümkün değildi. gördüklerimi anlatabildiğim kadar anlattım. bana dümdüz ilerlememi kapının tam karşımda olduğunu söyledi. hala bir şey göremediğimi söyledim. elimi tahta duvarlara doğru uzatmamı söyledi ses. söyleneni yaptım ve kapı önümde açılıverdi. kapının açıldığını söyledim. gördüklerimi tarif etmemi söyledi ses. şaşırarak içeriye bakıyordum, korktuğum gibi değildi. hafif loş bir aydınlık ve sade tahta eşyalar gözüme çarptı, ayrıca sönmek üzere olan bir şömine, garip bir şekilde de çekici bir sıcaklık, anlattım. sandalyeye ateşin karşısına oturmamı söyledi ses. dediğini yaptım. bir süre anlamsız bir ses yumağı gözlerimi ve kulaklarımı kurcaladı, oysa ben hiçbirini önemsemiyor, ateşin kızıllığına hayran hayran bakıyordum, sanki ben oturunca güçlenmişti. bir süre sonra arkamda bir yatak olduğunu ve ona uzanıp rahatlamam gerektiğini söyledi ses. sandalyeden kalktım, yatağa doğru yürüdüm ama umduğumu bulamadım. yatağa uzanamıyacağımı söyledim. neden diye sordu ses. çünki dedim yatakta hiçbir şey yok, eski demir bir somya önümde sopsoğuk duruyordu. orada bir yatak olduğunu ve uzanmam gerektiğini söyledi ses. istemeye istemeye, soguk ve rahatsız edici demir yatağa uzandım. sonrası tam bir sessizlik; o sırada bana rahatlayıp rahatlamadığım soruluyor ve cevap alınamıyormuş; tavana takıldı gözüm, tavanda tahtalar arasından ürpertici bir şekilde gözlerimin içine içine uzanan siyah bir kablo sarkıyordu. istemsiz bir şekilde bakıyor ve gözlerimi ayırmaya çalışıyordum. üstüme üstüme gelen o kara kablonun bir anda üzerime atıldığını farkettim. bağırmak istedim ama sesim çıkmadı. sağ elime ve gırtlağıma yapıştı. gözlerime doğru kara bir boşluk akıyordu adeta. hiçbir şey yapamıyor, düşünemiyordum. o ana kadar yaşadığım en saf korku ile yüzyüzeydim. anlamsız ve tanımlanamaz bir kötülüğün ellerinde yokolmak üzereydim; o esnada arkadaşlarım çaresiz bir şekilde, kilitlenen sıkılı yumruğumu, moraran yüzümü ve kapalı gözlerimden göğsüme boşalan gözyaşlarımı korku ve panik içinde izlemektelermiş; baya bir çırpındıktan sonra, alnıma değen çarşafı hissettim ve son bir gayretle ümitlendiren dokunuşa doğru attım kendimi. gözlerimi açtığımda bitkinliğimin ve korkumun dağınık kabusu altından gözlerime şaşkın bir korku ile bakan arkadaşlarımı gördüm. konuşmak istedim ama dudaklarım sadece titredi. bu beleye dolaylıda olsa sebeb olan arkadaşım ağlayarak sarıldı bana. deli gibi iyi olup olmadığımı soruyordu. söylemek istiyordum ama söyleyemiyordum, düşündüren herşey tekrar ona açılacak diye korkup, herşeyi unutmak istiyordu bir yanım, bir yanımsa duraksız anlatmak herşeyi. bir süre sonra kendime geldim biraz. tabii bu arada öğretmenlerimizde duymuştu olayı. olayı ilk öğrenen beni başarılı bulan türkçe öğretmenimdi. ne olduğunu sordu bana. bilmiyorum ama iyiyim şimdi diyebildim. arkadaşım dışarıda konuşabilirmiyiz diyerek öğretmenimizle çıktı. bir süre sonra öğretmenim tekrar geldi ve lavaboya gitmeme gerektiğini, kendisininde geleceğini söyledi. lavaboya gittik. yüzümü yıkadım, yüzüme bakmaya korkarak. içimden bir ses onun gözlerimin içinde gizlenmiş olabileceğini söylüyordu. lavabodan çıktığımızda, konuşmayı yapacak olan doktorun geldiğini öğrendi öğretmenim ve gel benimle dedi. doktora bildiği kadarıyla olayı anlattı. doktor, çok kötü ve tehlikeli bir girişime kurban gitmekten son anda kurtulduğumu ve ne yaparsam yapayım gördüğüm şeyleri asla düşünmememi söyledi. konuştuk farkında olmadan bir telkine maruz kaldım ve gariptir ki rahatladım. konuşmayı takiben, arkadaşlarımla o zamanlar en çok sevdiğim kaset olan mıcheal jackson un bad albümünü dinledim. tekrar mutluydum. yatma saati geldi. zaten çok yorulmuştum. yatakhaneye döndük. gayet huzurlu bir şekilde, geniş yatakhanenin kapıya en yakın olan girişindeki üst ranzama çıktım ve uyumaya hazırlandım. tam o anda tavandaki siyah kabloyu farkettim ve takılı kaldı zaman ve bedenim. korkunun kollarına düşmek üzereydim ki, bedenimi sarsan arkadaşımın elleri ve sesi daldığım derin boşluktan çekip aldı beni. tabii anında o gece eve döndüm. hala çok anlam veremiyorum. aşırı hayal gücü mü dersiniz, karabasan mı dersiniz adını ben koyamadım.