finalde flashsideways muhabbetinde zorlama bi' şekilde bakkala yolladılar bizi. herkesin 77'de bombanın patlamasıyla oluştuğunu düşündüğü alternatif zaman çizgisi arafmış lan. gerçek dünyada faraday'in üstüne basa basa vurguladığı "olanlar zaten oldu, geçmişi değiştiremessiniz mantığı" aynen devam etmiş meğerse bugüne kadar. jülyet boku bokuna ölmüş ve hidrojen bombası hiç patlamamış. bizim biraderler geçmişi değiştirmeye çalıştıkları anda 2008'e geri postalanmışlar. evrenin olayları düzene sokması falan filan diye açıklayabiliriz bunu dizinin mantığıyla.
jülyet paralel evren sandığımız dünyada ne hikmetse bombayı patlatır. bizim elemanlar 77'den sonra adanın ve jacob'un etkisi altında kalmadan büyürler. mesela küçük james jacob'ın ona kalem vermemesi sonucu geleceğini kökten etkileyecek o mektubu o an yazamaz. ama kaderinde sawyer'ı bulmak hala vardır. sadece ona giden yol değişir. dolandırıcı yerine polis olur.
hurley sayıları akıl hastanesindeki embesilden duymaz bu sefer, ama lotoyu kazanmak kaderidir. başka sayılarla kazanır. hatta lanet yerini şansa bırakmıştır.
locke'un peder bu kez eskisi kadar sikici değildir, hatta belki locke'u yetim bırakmamış bile olabilir. ama yine de bacaklarını kaybeder. ama iyileşmesi bile onun kaderidir.
danielle 88'de adaya hiç düşmemiştir ve kızıyla los angeles'ta mutlu mesut takılmaktadırlar. aynı şekilde jülyet 2001'de adaya gitmemiş hatta daha öncesinde jack'ten çocuk peydahlamıştır. jacob'un ve adanın olmadığı bir dünyada genelde paralellik gösteren seçimlerle aslında çokta farklı olmayan hayatları vardır hepsinin.
flashsideways'te anlamadığım ve tutarsız bulduğum şeyler de var tabii. mesela benjamin ve babası'nın adadan nasıl ayrıldığı. malum benjamin o ara diğerleri'nin kampında tedavideydi. christian shephard'ın burda zaman yok demesine falan inanmayın. onun kastettiği şey gerçek dünyadakiyle eş zamanlı olmadığıydı. yani buradaki herşey bittikten ve kıyamet koptuktan sonra sıfırdan başlayan bir dünya gibi, araf. bunlara benzer tutarsızlıklar olacaktır tabii ki, herkesi göstermek ve paralel evrendeki tesadüflerin bokunu çıkarmak için hata yapmaları gayet normal.
#4.05 'the constant' bölümünde, '2 zaman dilimindede var olan çok değer verdiğin bir şey' ile beynini zamana göre eşitlemek arafta bile işe yarıyormuş meğersem. dostlarımız hatırladılar, hatırlarken bizi de hayvan gibi ağlattılar. kendimi kasa kasa öldüm, çok fena duygulandırdınız piçler, çok tatlıydı o sahneler çok. geçmiş sezonları yorgan olarak kullanıp bugünün hatalarını ve olumsuzluklarının üstünü örttünüz, anlamadım sanmayın. ama yine de çok iyiydi. taa ki beyaz ışık içimi bayana kadar. sırlar dünyası'na bağladı iyice ama yapacak bişey yok artık malesef.
araf konusunun kesinlikle senaryonun ilk hali olmadığını düşünüyorum. ilk başta hedefledikleri bana kalırsa hepimizin düşündüğü gibi paralel evrendi. bana bunu düşündüren #6.01'de okyanusun dibini boylayan adayı göstermeleri. çünkü eğer orası araf ise eğer, bizim izlediğimiz bölümün arafın paralel evreni olması lazım bu mantıkla. veya 77'deki haliyle okyanusa gömülen adayı tamamen bizimle taşak geçmek için gösterdiler.
bence senaristler bir şekilde hristiyanlık propagandası yapmaya zorlandılar ve bundan muhtemelen büyük paralar kazandılar. sikilen yine izleyiciler oldu. sayid'i bile kiliseden cennete yolladılar şaka maka lan fena taşaklar döndü orda. ve mutlu mesut, hatta yiyiştirerek nadia'yı unutturdular adama. peki biz bunu yuttuk mu? sanmam. böyle bi' bilimkurgunun bu kadar dinsel sonuçlanması aklıma yatmadı hocam. kusura bakmayın ama flashsideways konusunda sıçıp sıvadınız.
- ada -
4. sezonun sonunda "adanın dümeni varmış lan" tarzı entry'ler çoktu sözlüklerde. hepimiz şaşkın ve anlamsızdık. şimdide giderayak bi' tıpa çıkardılar ki feci taşak konusu oldu yine, yeniden.
tıpa meğersem adanın tüm sırlarıyla beraber bütünlüğünün yegane koruyucusuymuş. desmond tarzı manyetizmadan etkilenmeyen bir adam bulduğunuzda onu çıkarıp ortalığın amına koymak çok kolay olabiliyormuş. adadaki kurallar sadece tıpa takılıyken geçerliymiş. ve tıpa çıkınca toptan tüfekten etkilenmeyen black smoke bile tek mermiyle etkisiz hale getirilebiliyormuş.
böğrüne giren bıçakla kan kaybından yavaş yavaş tükenen jack, tıpayla işi bittikten sonra genelmüdürlüğü hurley'e devredip o klasik 'i can fix this' edasıyla mağaraya iner. hayatında düzelteceği son şeyin bu tıpa olduğunu düşünür ve desmond'ıda kurtarmayı ihmal etmeyerek kendini feda eder..
koli bandıyla uçak tamiri yapan yetenekli dostumuz miles, jacob'ın ardından yaşlanmaya başlayan richard, sınır tanımaz kaptan pilot lapidus ve lostie'lerimiz kate, claire ve james adadan kurtulan yeni 6'lı olurlar.
jack'inde diziye gözlerini açtığı yerde, yine bir uçakla gözlerini kapatması ve vincent'ın davranışları, tüyleri diken diken eden son şey oldu. bir efsane böyle bitti, dile kolay. lost bitti lan.
siz, senaristler.. ada konusunda bir çok soruyu "çünkü eşşeğin zikinden dolayı" diyerek cevaplandırdığınız ve geriye kalanlara ne olduğu konusunda hiçbişeye değinmediğiniz için sizi kınıyorum ve en azından geriye kalanlar konusuna değineceğim özel bölümler hazırladım
- özel bölüm : genelmüdür hurley -
jack'in ölümü, geri kalanların uçakla ayrılması ve man in black'in ada popülasyonuna olan negatif etkisi sonucu yapayalnız kalan hurley, benjamin ve desmond, rose & bernard çiftine sığınırlar. rose ve bernard, tıpa yerinde değilken oluşan depremin, dünyanın herhangi bir yerinden ölçülüp, adanın yerinin bulunmasında kullanılabileceğini düşünür, tedirginlerdir. benjamin dharmaville'e gidip yüklü miktarda para ve bir banka cüzdanı getirir. desmond çarkı çevirir ve adayı taşır. benjamin'den aldığı parayı sahte pasaport masrafları ve tunus'tan los angeles'a gitmek için kullanır. oğlu charlie ve penny ile mutlu mesut yaşarlar.
desmond'ın adayı taşımasıyla rahatlayan hurley, benjamin'in omzunu sıkarak yaşlanmaması için gerekeni yapar. rose'la bernard'da bunu görüp sonsuza dek beraber yaşamak istediklerine karar verirler. hurley eyvallah der. adada black smoke tehdidi kalmadığından ve hurley'nin adaya birilerini getirmek konusundaki taklamazlığından dolayı, bu dörtlü kıyamete dek batak oynarlar.
- özel bölüm : uçağa ne oldu? -
az kalan yakıtı kullanarak nijerya'da illegal bir havaalanına iniş yaparlar, eko'nun amcaoğluna uğrayıp uçağı okuturlar ve buradan gelen parayla hep beraber los angeles'a dönerler.
kate ve james gönüllerinin jack ve jülyet'te olduklarını bildikleri halde birbirlerinin fakbadisi olmaya karar verirler. ikisi de aşkı aramaz.
santa rosa'da 1 yıllık tedaviden sonra sydney'e dönüp aaron'a kavuşan claire, aynı annesi gibi tüm hayatını çocuğuna adar.
lapidus yaşadığı tüm manyaklıklardan sonra pilotluğu bırakır, bankadaki birikmiş parasıyla ayvalık'tan yazlık ve bi'kaç tarla alıp tarımla geçimini sağlar.
yeniden yaşlanmaya başlayan richard kendini madrid'de bi' manastıra kapatır ve uzun yıllar boyu sadece yılda bir kez, el klasiko için dışarı çıkar.
miles, benjamin'den sözünü aldığı milyon dolarlara desmond'dan aldığı banka cüzdanı sayesinde kavuşur. lakin para beraberinde huzur getirmez. maldiv adalarına tatile giderken sahip olduğu özel uçak düşer ve hayatını kaybeder.
- lost'un ardından -
evet, çok düşündüm dizi üzerine, bir çok teoriye kafa yordum, her bölümden sonra "insanlar ne düşünüyor acaba" diyerek sözlük sayfalarını aşındırdım, her bölümü ortalama 3 kez izledim.. özetle son 4 yılımın önemli bir bölümünü lost'a yatırdım. herkes şikayetçi olmuş veripte alamadıklarından. bende alamadım almak istediklerimi ama şikayetçi değilim. şikayetçi olmayışımın nedeni hayal kırıklıklarına dönüşmesinler diye yaratmadığım beklentilerim ve lost'a olan karşılıksız ve bir o kadar da amaçsız sevgimdi. ne yapayım sevdirdi piçler kendilerini. oyuncuların oynadıkları karakterlere cuk oturmaları, karakterlerin kusursuz olmayışları ve samimiyetleriyle tavladılar beni. sanki hepsi arkadaşımdı ve şimdi hepsini kaybetmiş gibi hissediyorum.
senaristler son noktayı yobazca koysada, onlarca soru cevapsız bırakılsada, beklentileri karşılamadan çekip gitsede zor olacak yokluğuna alışmak, yine de herşey için teşekkürler derim. elveda lost.