kızlar konusunda tam bir umutsuz vaka olduğu gerçeği ile çok gençken yüzleşimiş hatta onları ilk gençlik yıllarında ürkütücü bulduğunu da eklemiştir..
ha ben bunları nereden biliyorum? tabii ki de websitesinde kendi kaleme aldığı biyografisinden. ilk öpücük kısmında kaldım.. zira oraya kadar yazmış.. yaşı 15miş. yaş olmuş 50 sen hala teknelerde öpüşme talimi yapmaktasın.. en azından eskisi kadar utangaç ya da çekingen olmadığı aleni.. de.. 50 yaşında mı kabuğunu kırmaya karar verdin abi! ayrıca belli ki daha önce de kabuklar kırmışsın.
sabah bir koltuğun üzerine bırakırlar, akşam gelip oradan alırlardı.
utanılacak kadar normaldim. hiçbir oyuncağımı kırmadım, zil çalıp kaçmadım, ayşegül'lerimi yırtmadım. şimdi onları tek tek oğlum yırtıyor.
pazar'ları ankara'da banyo günüydü. koca odun parçalarıyla zor yanan kazanların kaynar sularında tuğla büyüklüğünde yeşil sabunları kafama yiye yiye yıkandım.
babamdan fiske yemedim, ama annem feci keseler ve vurdu mu çınlatırdı."
(....)
kızlardan ürkerdim.
mahallede şadiye diye mavi gözlü bir kız vardı. şadiye diye dalga geçerlerdi. "şad et"menin ne demek olduğunu anladığımda şadiye'ler çoktan taşınmışlardı bile... sezer güvenirgil'e hastaydım. koca bir defteri o'nun resimleriyle doldurmuştum. cüneyt arkın'a mektup yazıp resim istedim; "fahrettin cüreklibatur" imzalı bir kart geldi. yıkıldım.
(....)
bir süre "istekçilik" yaptım. "camia "da namım yürüdü. sonra "kızlar yazışalım mı" türünden yılışıklıklara bulaştım bir ara...
yüzüm gözüm sivilcelenmeye başlamıştı. çoğu kuşakdaşım gibi ilk seks derslerini arzu okay'dan aldım. en iyi parçalar kerem sinemasındaydı, ama şevket kazan diye bir adam ikide bir sinemayı bastırıp filmleri toplattırıyordu. aradan çeyrek asır geçti; ben çoluk çocuğa karıştım, arzu okay fransa'da dükkan açtı, ama şevket kazan hala adalet bakanı'ydı.
15 yaşında "arkadaşlık teklif ettiğim kız" ("flört" sonradan geldi, "çıkmak" ondan da sonra... "yatmak" ağza bile alınmazdı) "beni bir seks filmine götür" diye tutturdu. başına bir şapka geçirip sinema 70'e götürdüm. gişede hemen farkettiler. yine de içeri buyur ettiler. sinemada en az 100 adam vardı. çocuk boyunlarımızı yere devirip onların arasından geçerek arkada bize gösterilen locaya kurulduk. parça yoktu. "danıştay kararıyla" "isveçli bakire" oynuyordu, ama başrol oyuncusunun türkiyeli muadili hemen arkada olduğu için salondakiler perde
yerine locayı izlemeyi tercih ettiler. kasılıp kaldık.
öpüşme daha edepli bir filmde kısmet oldu. yıldız kenter'in genç kızıyla birlikte yunan mezalimine karşı direnişini hikaye eden bir film vardı. laf olsun diye gitmiştik. "french kiss" neymiş orada anladım.
islandım.
öptüğüm kız, peşimden bizim liseye yazıldı. geceleri uzun mektuplar yazıp, sabah oldu mu götürüp çantasına sıkıştırıyordum. o da kendi yazdıklarını bana veriyordu. eve teyp alınınca o'na kasetler doldurmaya başladım. prestij plaktan daha seri üretim yapıyordum.