sıradan bir günün ardından sıradan bir şekilde sıradan evime gelmiştim. babam mutfaktaydı, okuldan gelince yemek yeriz diyip sofrayı hazırlamıştı. masaya oturduk... sıradan masa... iki farklı tabak vardı masada...neden diye sormadım, o da söylemedi zaten..ortada bir yoğurt tabağı... ısıtmaya çalışıp ısıtamadığı ıspanak yemeği...yemeğin arkasından kendi elleriyle yaptığı çay, şakalar... sonra ani bir fenalaşma, soğuk hastane, insanı çıldırtan o koku, o his... her yerden gelen dua sesleri... sonra boşluk... buz gibi bir beden.. yüzünden hiç kaybolmayan gülümsemesi yine orda işte... yine yüzünde.. nasıl inanayım gittiğine? nasıl inanayım öldüğüne? nasıl dolmasın gözlerim, nasıl her gece ağlamayayım?
sıradan bir gün, sıradan bir yemek, sıradan bir hayat... sıradanlığın kaybolmasıdır babanın ölümü.. durup dururken gözlerinin dolmasıdır... insanların seni anlamaması, güldürme çabalarıdır. kederdir, bitmeyecek olan matemdir, beynini uyuşturan özlemdir babanın ölümü...