20 temmuz 1974 yılında gerçekleştirilmiş, ilginç olaylar barındıran operasyon.
Sedat yüzbaşı, birlikten kopardığı dört tim ile kentin dışındaki ilk evlere doğru önce sürünmeye, sonra da tümsekleri, bitki oylumlarını, sulama kanallarının toprak yığınlarını, penceresiz bir bina duvarını siper alıp koşmaya başladı. iki ateş arasına düşmemek için de, sağa, batıya doğru geniş bir yay çizerek açıldılar... Bir süre sessizliğe bürünen kentin kuzeybatısındalar şimdi.
Yedek teğmen Erol, takımı yönetirken, dürbünü ile sık sık çevreyi gözetliyor. Sol tarafta da başka bir subay... Kalemde, kağıtta, eğitimde yok böyle bir subayın eylemi... Bunu düşünüyor elektrik mühendisi Erol.
Yürüyorlar. Adım adım gözetliyor... Ateş, yok!
Sedat Yüzbaşı ile erleri, soluk soluğa şehre girdiklerinde, terk edilmiş evlerle karşılaştılar. Kimisinin kapısı, penceresi açık, kimisi perdelerine kadar kapatılmış... Şu bahçede birkaç tavuk, kan ve ölümden habersiz mi? Bir kedi süzülüyor evin birine, korku içinde... Çeşmenin biri açık unutulmuş. Fesleğenli, terasında beşik olan şu ev, Türk evi olsa gerek. Şunlar da Rumların evlerine benziyor.
Arkada silah patlayışları başladı. Birlik, yeniden kapışıyor demek. Sessizlik bozuldu; ama önlerinde kimseler yok!
ilerlediler dikkatlice.
Geniş bir caddeye çıktıklarında, birden her yanlarını vınlayan çelik çekirdekler sardı! Taş, tuğla, beton akustiğinde daha da şiddetli çıkıyor ses. Ovadakine benzemiyor. Hangi evden ya da sokak arasından geldiğini kavrayamadan, ağaç gövdeleri altlarına, kaldırım çukurluklarına, kapı eşiklerine attılar kendilerini; boylu boyunca!.. Yaralanan var mı? inilti yok şimdilik...
Yüzbaşının çelik miğferine çarpan iki mermi, alacalı gizleme bezini yırtıp sekti. Beyni sarsıldı iki kez.
"Kötü yakalandık çocuklar! Dikkatli olun!"
Başını hafifçe kaldırıp çevreyi taradı gözleri; çabuk ve dikkatli. Caddeyi geçmenin mümkünü yok! Ya, dönüş? O hiç olmaz!.. Evet, cadde boyu geliyor ateş. Dikine yatıldıkça, hedef yalnızca baş!.. o ne? bir de yandan, çapraz başladı ateş; ses ve sekmeler, bunu gösteriyor. ateş kaydırıyorlar.
"Kaldırım ağaçlarını, elektrik direklerini siper edip ilerleyeceğiz çocuklar!"
Hedefi görüp de karşılık verilecek bir yer! hem de savunuruz kendimizi. daha tek cevap bile veremedik şunlara!
"arkadaşlar! savunma için bir yer göreniniz var mı?"
yerinden fırlayarak bir kapıya kütük gibi çarptı ve içeriye girdi sedat. o kadar hızlı yapmıştı ki bunu, tek kurşun bile ulaşmadı peşinden!.. kapının yanına dikilip seslendi çocuklara. soluk soluğaydı:
"ben pencereden... ateş edeceğim yukarıya; birer birer... girin içeri. dikkatli..."
on iki kişi, birer birer sürünüp sıçrayarak kapıdan girdiler.
pencereden dik girmeye başladı mermiler. sedat, durumu kavramaya çalışarak deminki çaprazı göstedi eliyle... hızla göz ucunu yanaştırdı çerçeveye. evet! olamaz! amma olmuş işte! nalet olsun!.. ateşin biri, karşıya kaydırılmış.
"çabuk! adamlarını öteki pencere ile kapıya bölüştür. şu makineli karşıya geçti bir içerde oyalanırken... hedefi görünce, birlikte ateş edeceğiz!" birlikten kopulmuş ve bir evde kapana kısılınmış! arkada ve önde cehennem!
"çavuş, bakın bakalım evin arkadan bir çıkış yeri yok mu?"
"bakayım komutanım!"
insan savaştayken daha iyi anlıyor bu çocukların candan bağlılıklarını; işe itirasız koyulduklarını...
"bunları ben soktum bu deliğe tanrım! hiç bir olmazsa bir apartman olsaydı, katlara dağılırlardı. ben sorumluyum, suçluyum amma, çocukların günahı yok tanrım! canım önemli değil artık. ama ya bunlar? ne dediysem, ona koştular..."
zamanın akmadığını, daha doğrusu pelteleştiğini sanıyor. izafiyet! göreceli zaman işte!..
Çavuşun umutsuzluğu:
"Arkada çıkış yeri yok evin komutanım!"
"Ocak bacası da mı yok?"
"Hayır. Baktım komutanım."
Tek katlı, eski tip ev oysa...
O ne o? Bir uçak sesi var. Geniş bir yay çizip alçalıyor galiba. Hangi tarafın ki?
"Çavuş!"
"Emret komutanım!"
"Uçağı gördün mü?"
"Gördük komutanım!"
Evde ne kadar terk edilmiş yastık, çuval, masa varsa, yığmışlar kapının eşiğine. Erler oradan ateş ediyolar karşı evlere... Eşikten bakıp çabucak pencere yanına döndü yüzbaşı. Şimdi gözler uçakta.
"Bu bizimki galiba!"
Caddeye iyice süzüldü. Ve eliyle koymuş gibi... birer birer... ateş yuvalarını bombaladı, geçti... peş peşe, büyük patlamalar ve kesilen otomatik sesleri... bina kalıpları, apartman balkonları devrilirken, bir insan da caddeye fırlatıldı yuvadan.
Uçak, ikinci dönüşte açı değiştirdi ve yine eliyle koymuş gibi, çapraz sırayı teker teker bombaladı. evler, yalnızca silah yuvası olan evler, birer birer, toz bulutu içinde, karton parçaları gibi, kalıp kalıp çöktüler. iki dakika içinde, boydan boya koca cadde susturulmuştu. geçip gitti uçak!..
"Hayret! Olamaz! bir jet uçağı... o hızla... hızı azalsa bile yapamaz bunu! silah yuvası olmayan hiçbir ev yıkılmamış! neresi yuva, orası yıkılmış sadece. nasıl bildi pilot silahlı evleri? nasıl ev ev atladı zarar vermeden? çatılarda işaret mi var? imkansız bu! havadan imkansız!"
Dışarıya çıktıklarında bir daha baktılar evlere. Yıkılan binalardakiler, görünmüyorlar, gömülmüşler belki.
Hızla süzülen bir uçak... bir caddeyi silahtan arındırmak istese... bütün caddede taş taş üstünde bırakmaması gerekmez mi? ve o arada belki de kendilerini de?
savaşan birlikler zamanla türkiye'ye çekildi parça parça. izinler, dinlenmeler, özlemler, yaraları sarmalar... yüzbaşı sedat, güney hava liman ve üslerini umutla dolaştıktan sonra eskişehir'e uğradı bir gün. "Ben, piyade yüzbaşı sedat göl, komutanla görüşmek istiyorum!"
"Buyrun yüzbaşım!"
"Kıbrıs'tan geliyorum. temmuz çıkartmasındaydım. bir pilot, on üç canı kurtardı en sıkışık yerde. bu bir mucizeydi. adını bile öğrenemediğim bu pilota, teşekkür borcum var... geliş saatini, gününü, yerini kaydettim. yardım edilirse, bu pilotla tanışabilirim."
"kıbrıs'a bir çok üsten uçak kalktı yüzbaşı! hepsi de verilen görevleri hakkıyla başarıp döndü. özel olarak birini bulmaya gerek yok artık. yapılanlar, vazife icabıdır."
Her yerde verilen cevaplardan... yüzbaşı direndi:
"evet efendim, ama... ben yine de o bir tanesini mutlaka bulmalıyım! lütfedip yardımcı olsanız... bende borçtur bu... başka yerlerde bulamadım."
"Hangi üsten kalktığını da bilmiyorsunuz."
"Maalesef bilmiyorum! Sadece yerden gözledim onu. Yanılmıyorsam bir F-... idi.
"Emirler, genelkurmay'dan geliyordu yüzbaşım. onlar planlayıp emir veriyorlardı üslere. siz ancak oradan araştırabilirsiniz!"
"ama bu üsten kalkmışsa, uçuş emri kayıtlıdır."
"bak yüzbaşı... ortalık daha yatışmış değil! böyle bir zamanda, kırılma ama... böyle bir sırrı bizden alamazsınız. zaten bizden kalktığı da belli değil.
"anlıyorum efendim."
"sen... dediğim gibi, dilersen ankara'dan araştır."
"haftalardır, aylardır beynime çakılmış bu iş. bulacağım eninde sonunda. ona, on üç can borcum var .nasıl başardı bu işi? evlerin damları işaretli değil ki, bunda silah yuvası var, bunda yok, bilesin! ben, yardım da istemiş değilim. zaten böyle bir bağlantı da söz konusu değil. nasıl bilinir de bir ev atlanır, öteki bombalanır? el, bunu nasıl ayarlar hiç atlamadan, şaşmadan? bu nasıl bir pilot? emri kim vermiş?"
elindeki ipucu, giderek onu bir pilot üsteğmenle karşılaştırdı bir akşam; merakın, sorumluluğun, azmin sonunda... buluşmaya giderken, yüzlerce soru vardı kafasında.
ilk karşılaşış! hayret! sıradan, başkaları gibi bir insan. neresinde ne var bu yüzün? bu duruşun, bu kafanın içinin? nasıl bir fark? bu olağanüstü olayı yaratanın, olağanüstülüğü neresinde? kibarca karşılıyor yüzbaşıyı.
"beni aramışsınız yüzbaşım!"
"evet üsteğmenim evet! ben piyade yüzbaşı sedal göl. kıbrıs'tan dönenlerdenim!"
"Memnun oldum efendim! üsteğmen şencan güner!"
tokalaştılar.
gözlerine baktı içtenlikle üsteğmenin:
"sana, tam on üç can borcum var üsteğmen. tam on üç! oraya gelişinde, senin oraya uçuşunda oldu bu iş. teşekkür ederim. hem... mahsuru yoksa, seni öpmek istiyorum ben."
duygulandı şencan. sarıldılar. ikisi de sivil giyinik. orduevinin bir odasındalar.
"sözün neresinden başlasam, bilemiyorum... şimdi iyi dinle bak: soruşturdum, araştırdım, buldum seni. tarih, gün, saat, yer hepsi yanımda. işte şu... evet, şu kağıtta. bak!"
üsteğmen uzatılan kağıda baktı. gülümsedi. ağzını oynattı anlamsızca:
"Evet kuzey... son sefer!.. siz oradaydınız demek?"
"Peki, tamam. dinle öyleyse şimdi merakımı. ben pilot değilim ama birazcık olsun şu aerodinamiği, şu sizin uçakların hızlarını ve gücünü bilirim. şimdi soruyorum sana. bir, nereden bilebildin, birkaç katlı evlerde gizli olan, havadan görünmemesi gereken silah yuvalarını? iki, nasıl öyle kısa aralıklarla ve tam isabetle, hem de ev ev atlayarak bombalamayı nasıl başarabildin?"
"beni size... gerçeği anlatsam..."
"evet, kurtulurum meraktan!"
"amma, gerçeği anlatsam, belki de bana deli dersiniz! belki de uydurdu dersiniz. ne bileyim! bir sivil arkadaşıma dayanamayıp anlattım, o da inanmadı!"
"ben inanırım şencan kardeşim! çünkü, o olağanüstü olayı gözlerimle gördüm bir delikten. on iki erle bir eve sığınmıştık ve kurtuluşumuz imkansızdı o gün... şimdi sana teşekkür ederken, o on iki çocuğun da yerindeyim, bilesin!" biraz rahatladı içi şencan'ın.
"Ben de teşekkür ederim! anlatayım dilerseniz."
derin bir soluk aldı üsteğmen. sesi de değişik çıktı:
"diyarbakır üssündeydim. emir alınca, kuşandım, uçağıma atladım. tam havalanacakken, uçağımın yanına bir ihtiyar geldi. ak sakallı bir ihtiyardı. sivil... selam verdi: 'ne yanayolculuk evladım böyle?' Kıbrıs'a baba, dedim. 'Beni de götürür müsün oğul?' dedi. peki, dedim. aldım ve havalandım. kısa kısa bir iki şey konuştuk aramızda. bilirsiniz yüzbaşım, bizim uçaklar için mesafeler çabuk tükenir... her şey normal. uçağım saat gibi. tık tık. hava berrak. hem de her zamankinden daha berrak...
akdeniz'i geçerken, baba şöyle dedi bana: 'oğlum, şimdi oraya varınca, ben ne dersem, sen öyle yap! ben nerede düğmeye bas dersem, se hemen bas
, oğlum. unutma!' peki baba, dedim. beşparmak dağlarını geçtik. toroslar gibi... evet, emre uygun olarak şehre yanaştım. baba, konuştu yine: 'oğul, şöyle bir yay çiz ve alçal!' parmağı ile de işaret veriyordu. dediğini yaptım. "oldu" dedi. şehrin kuzeybatısı... uçağın burnu doğrulunca, kesik kesik, parmakla da işaret vererek "bas,bas" demeye başladı baba. ben de sektirmeden, çarçabuk dediğini yapıyordum. sonra, "bir tur daha at aynı yere oğul?" dedi. dediğini yine yaptım. "biraz sağa kay!" dedi. ardından da yine parmakla işaret... "bas,bas,bas" dedikçe, bombaladım aşağıyı düşünmeden.
görev tamamlanınca, rahat, ama biraz dalgın olarak üsse döndüm. uçağımı piste indirdim ve bir derin soluk aldım. işte yüzbaşım, o zaman her şeyi yeniden düşünmeye, yeniden kavramaya başladım. dank diye uykudan uyandım sanki... içimden hızla geçirdim olanları. yahu nasıl olur? önce uçak tek kişilik, baba nereye oturur? yanıma kaydı gözüm. hiç kimse yok yüzbaşım! ihtiyar falan yok çevremde! şoke olmuşum yerimde. düşünmeye koyuldum uçaktan çıkmadan: havaüssünde, hem de böyle alarmda, sivil bir ihtiyarın işi ne? uçağın yanına kadar nasıl yaklaştı? peki, nasıl anlıyordu bu bombalama işinden? peki, nereye bindi? peki ben nasıl tehlikeyi göze alarak bir sivili savaş zamanı uçağa aldım? peki şimdi nerede? ya nasıl oldu da onun emrine girdim öyle de, dediklerini harfi harfine uyguladım? şimdi yüzbaşım, sizden de her atışın işe yaradığını öğreniyorum. gerçi kayıtlarda da var sonuçlar ama, sizin görüş ve anlatışınız, daha da sağlam bir görev başarıldığını doğruluyor. olan, bu yüzbaşım! tutup da, bunu, mesela doktora anlatsam, "uçuş pisikozu" der çıkar içinden. şimdi, ben sorayım size: anlatamadığım, aydınlanmasını istediğiniz bir yer var mı?"
ilk kez böyle bir şey dinleyen sedat, donmuştu sanki. uykudan uyanır gibi kımıldadı:
"olağanüstü bir şey gerçekten! şaşılası şey! madem sor dedin, sorayım yeni merakımı: uçaktayken, neden sormadın o yaşlı adama, sen kimsin, niçin bindin yanıma, niçin gidiyorsun falan?"
gülümsedi heyecanla şencan:
"ben, olayı kısaca anlattım size. zaten demin belirttiğim, hani diyarbakır üssüne döndüğümde, kendi kendime sorduklarım vardı ya, zihnim açıldığı için düşünüp sorabilmiştim. oysa o yaşlı baba yanıma geldiğinden itibaren zihnim, gücüm, nasıl anlatayım, idrakım tutulmuştu sanki... uçaktayken, havadayken yani, asla kafam çalışmadı. çalışmadı derken, nasıl anlatayımç uçağımı falan rahat kullandım. ancak, asla aklıma gelmedi baba ile ilgili tek soru... üstelik, sanki uykudaymışım, rüyadaymışım gibi, her şey, kendilinden oluyordu bensiz. hem de ben ile... nasıl anlatayım, kelimelere sığmaz! havadayken, hedefteyken, neler yaptığımı, havanın berraklığından tutun da, atışlara varıncaya kadar olan her şeyi, rüyadan sonra kavrayıp tazeleyebildim yüzbaşım!..."