gök kubbe kanatları altında uyuyan şehri izliyorum. bu şehir sensiz, bu şehir soğuk. sahipsiz bir anahtar kadar kimsesiz ışıkları, hiçbir engelime sancısız umutlar ekmedi. görkemine sensiz çaresizliklerin karanlığı çökmüşken, eneze aldanışları avutmaz beni.
"koğuşlar kalabalık ve yüreğim ıssız. insan yığınlarının enkazında düşüncelerim... ve gözlerimin ufkunda hala aynı resim!"
günümün en güzel hadisesiydi sesini duymak. iki gündür seni aramak isteyen heyecanımla savaştım. hasta sesimi duymanı istemedim. sen konuştukça küçüldü dünya. değersizleşti, sahipsizleşti ve bana bağışlanmışçasına kimliksizleşti. oysa hiçbir değeri yoktu gözümde. beni özlediğini söylediğinde karardı gözlerim, üşüdü ellerim. ruhuna giden yollardan, sana açılan kapılarımdan içeri sıcak bir şeyler aktı. tüm bedenime, ruhuma yayıldı.
ve o an, bu şehir de artık "sen"din benim için. bu aptal telefon kulübesinden ibaretti bu şehir. sesini duyduğumdaki mutluluğumda, özlediğini söylediğindeki coşkumda saklı kısa zaman dilimleriydi. ne parçalanmış ruhlar, ne de binlerce farklı hayat hikayesi hiç olmadı, hiç yaşanmadı, bu şehrin üstüne senden ziyade hiçbir detay etiketlenmedi. bu şehir "sen"din artık benim için.
sadece özlemini büyüten bu sensizlikte seni sensiz yaşamanın sabırsız bekleyişleriyle inleyen benliğim, vuslatına düşler büyüterek avuttu kendini. vuslatın bin bir çeşidini kurdum, oynadım, ezberledim. yenilerine olan arzumu da yitirmedim. senin olduğun hikayelere de bir türlü doyamadım. "geleceğin yolunu geçmişin yıldızı aydınlatır" demişti birileri. içinde olmadığın bir dünya için denmiş olmalı. oysa seni buldum. içimde, düşlerimde ve geleceğimdesin. gözlerimi kamaştıran ışıltınla çürüttüğün enkazıma yeni bir dünya inşa edişini izliyorum. kalbimin demirini saldığım denizinde sana boğuluyorum.
birazdan gözlerim kapanır. yorgunluğum, yılgınlığım ve sensizliğim; bir rüyanın pençesinde son bulur. belki başına çiçekten bir taç bile takarım, kim bilir... ruhunun üstünü açık unutma!