ışıklar söndü, bu ayrı dünyanın üstüne karanlık örtüler çekildi. insanlar uyurken açık penceremden ruhumu sana saldığımı düşünüyorum. aynı yıldızlara baktığımızı hayal ediyorum. bu hayallerin izinde düşlerim acıtmıyor canımı. ya da daha az acıtıyor. zaman akıp giderken el kol bağlı çaresizliklerimde, bir gün sana yetişemeyecek kadar uzaklaştığım gerçeğiyle yüzleşmekten korkuyorum.
acımasız yorgunluğuma ve mengenede yürek acısı özlemlere inat, az evvel telefonda sesini duymuş olmakla yatağıma mutlu bir adam olarak giriyorum. sesini duyarken, ahizeye, sana sarılmışçasına sevgiyle sarılışım geliyor aklıma. gülümsüyorum. belki de en masum tepkisi bu hislerimin.
garip hisler içerisindeyim. sanki buradan başka hiçbir yer yokmuş gibi geliyor bazen. sanki dışarıda olan tek şey senmişsin gibi geliyor. diğer yandan şaşkınlığa düştüğüm zamanlar oluyor. buraya ait olmadığımı hissediyorum. sanki telefonum çalacakmış ve sesini duyunca bu kabustan uyanacakmışım gibi geliyor. her hücremle sana susuyorum. sonra şaşkınlık azalıyor ve yerini kimsesiz öfkelere bırakıyor. zaman, acımasızlaşıyor.
öteki dünyaya insanların konsantre hallerinin yerleştirilmiş hali burası. farklı kentlerden, farklı kültürlerden ve farklı karakterlerden birçok insan iç içe. dışarıda beyefendilerin çirkefleştiği, dışarıda görünmez hayatların asaleti kazandığı veya yaşadıklarından haberdar dahi olmadığımız insanların hayatlarına karıştığım, hayatıma karıştıkları yerdeyim. koca bir dünyayı ve maskelerinden, statülerinden arınmış ruhların boy aynalarında çürüdüğü; kumdan kalelerin, enkazında boğulduğu alışılmamış gerçekleri görüyorum. gözlerimin ufkunda ve hislerimin kantarında büyümenin sebebi ne küçülen dünyam, ne de çürüyen insanlar... bunu çok iyi biliyorum. nerede olursan ol, nereye gidersen git, izlerinden takip et sana yolcu yüreğimin ebediyetini ve ruhunun üstünü açık unutma. ruhuma sarıl.