on dakika oldu ellerini bırakalı. hani dedin ya şakayla karışık "beni yollar yollamaz sözlüğe girersin". gerçekten de öyle oldu ellerimin daha buzu çözülmeden...
sarıldım, kokladım, öptüm, içten içe ağladım, bağırdım, çağırdım, haykırdım gitmene ramak kala ve yine buz gibi yanında durdum. durdum ki sen de ağlayamasın, sen de üzülmeyesin. aslında yine bencil davrandığımı düşünebilirsin ama öyle değil. senin de içerini biliyorum, aynı şeyleri seninde hissettiğini. nasıl olacak böyle sevgilim!
otobüs hareket edene kadar sadece seni izledim. çektiler, sündürüebildiğim kadar uzattım bakışlarımı kopacağını bile bile. yandıkça yandı canım, seni koparıp aldı yine yollar canım!
hani beklerken dedim ya "hep gönderen oldum şimdiye kadar, hep kalan ben oldum". yine bakıpta seni göremeyeceğim yollarda evin yolunu tuttum. üşüyordum, gözlerimden sızan yaşlar, yakıp geçiyordu yüzümü. bir sigara yaktım, dilimde de bir şarkı yürüdü gitti. "yar gidiyor musun, gitme, içimde bir korku var".
eve girdim daha yeni, yüzümün ıslaklığı kurumadan, gözlerimin kanı çekilmeden. senin kokunla yaşamak nedir bilir misin? masanın üstünde, evden çıkmadan önce tırnaklarını kestiğin tırnak makasıyla karşılaşmak? ya, yarım bırakıp çıktığın ice tea limon a kendini benzetmek? sen hiç kör olmak istedin mi? ya da sen hiç koklayamamak, hissedememek, duygusuz olmayı istemek nedir hiç bilir misin? bilir misin? sırf bu acıyı yaşamamak adına kafana bir kurşun sıkmak geldi mi aklına? bu kadar ileri gidebilir misin? gidemezsin...
ben kendimi acıya hapsetmedim, ben acı çekince mutlu olmuyorum. ben sadece hissediyorum. lanet olsun ki hissediyorum.