bir ülke ancak milli sermayesi oranında güçlüdür, yoksa dünyanın en kodumu oturtan ordusuna sahip olun isterseniz, ekonominizi kim yönlendiriyorsa onun sözünü dinlemek zorunda kalırsınız. bu nedenle varlığını bağımsız bir şekilde sürdürmek isteyen her ülke yabancı sermaye karşısında en azından kendi topraklarında ezilmeyecek kadar güçlü olmak durumundadır. milli sermayenin belirli bir olgunluğa erişmesinden sonra yabancı sermayeye kapılar açılabilir. bunun en belirgin örneğini sanayi devrimi döneminde ülkede üretilebilen ürünlerin ithalatını yasaklayan ingiltere verir. ancak bizim ülkemizde kavram kargaşası her alanda olduğu gibi özelleştirmede de kendini göstermektedir.
evet özelleştirme rekabet doğuracağından, ürün ve hizmet kalitesi yükselir.
kurumun verimliliği artar.
devlet gider kalemlerinden birinin yükünden kurtulur.
vergi mükellefi yaratır.
ancak memlekette ne var ne yoksa "babasının malı gibi" satmak, hele ki bunların stratejik öneme sahip olması, daha da vahimi yabancı sermayeye devredilmesi ancak ve ancak bizim gibi 3. dünya ülkelerinde, işlerin rüşvetle yürüdüğü, yönetenlerin cüzdan derdinde olduğu bir ortamda mümkündür.
dünya politik sistemi artık askeri esaslı değil ekonomik nüfuz alanı oluşturma ve enerji politikaları üzerine kuruludur. bu nedenle özelleştirme bir tercih değil zorunluluktur. ancak gerici zihniyetin batıdan gelen herşeye şeytan icadı olarak bakarken, özelleştirmeyi kutsamaları da düşündürücüdür.