"allah daha fazla üşümene razı olmadığından mıdır bilmem ama ankara geçen yazdan beri görülmediği kadar sıcak.. bir ucu tunalıda, bir ucu sıhhıyede aradaki bütün cadde ve sokakları dolduran bir kalabalık. sonra televizyondan duyuyorum milyonu bulmuşuz diye... meclisten başlayıp anıtkabire uğrayıp kocatepeye geliyorsun, senin için hepsinin anlamı büyük... camiye kilometre kala namaz kılacak bir yer bulabiliyorum. namaz bitiyor, etrafa bakıyorum; bbp ve mhp bayrakları, sloganlar, tekbirler, gözyaşları.. birbirini hiç tanımayan insanlar kolkola tekbirler getiriyor, tabutuna çiçekler yağarken, bir yandan da dualar okuyor, senin o çok sevdiğin milliyetçi sloganları hiç durmadan tekrarlıyorlar... ankara en son böyle bir kalabalığı ne zaman gördü diye düşünürken, "herhalde o da başbuğun cenazesiydi" diye kendi kendime tahmin yürütüyorum.
bir yanda bosnadan öbür yanda orta asyanın her bir cumhuriyetinden kendi bayraklarıyla gelenler göze çarpıyor. başka tarafta kalpaklarıyla, bayraklarıyla çeçen milliyetçileri görüyorum , en önlerinde de şeyh şamil... tarihteki on altı türk cumhuriyetinin bayrakları geçiyor bir ara önümden... attilayı, alparslanı, selahaddini, fatihi görüyorum... şimdi onların yanında olmak nasıl bir duygu?
bunları seyrederken biri ayağıma basıyor, dönüp baktığımda ağzından zorlanarak çıktığı belli olan kürt şivesiyle "kusura bakma kardeş" diyebiliyor. onu biraz daha seyrediyorum, boynunda poşusu, elini kurt yapıyor ve tekbir getiriyor... ağlayan çarşaflı teyzeleri görüyorum, onlara da sarı saçlı güzel mi güzel iki kız kollarından destek oluyor, yürümelerine yardım ediyorlar ama birbirlerini tanıdıklarını hiç sanmıyorum. etrafa bakmaya devam ediyorum; liseli ülkücüleri görüyorum, ne kadar da heyecanlılar, neredeyse ses tellerini yırtacaklar. hala onların yaşında olduğum kadar heyecanlı mıyım diye soruyorum kendime: elhamdülillah!!...
orada "tanrı dağı kadar türk'leri, 'hira dağı kadar müslümanları" görüyorum. az değil dört saat boyu yürüyor, haykırıyor, dua ediyor, kalabalığın bir parçası oluyorum. kalabalığın ucunu görmeyi defalarca deniyorum. ama yine olmuyor, yine olmuyor... sivastan, kayseriden, erzurumdan üzerindeki paltolarıyla, montlarıyla gelen insanlara bakıyorum, o sıcakta nasıl da terliyorlar, ama inanır mısın, farkında bile değiller. hepsi kalabalığın ayrı bir yerine dağılmış olan anneme, babama, kardeşime, kuzenlerime, halama ulaşmaya çalışıyorum, ama ne fayda? mahşer yerinde daha kolay bulurduk herhalde birbirimizi. sonra bbp genel merkezine gelebiliyoruz dört saatin sonunda. hem de hayatımda ilk defa... bu vesileyle mi olacaktı?
tacettin dergahına gidiyoruz, beşinci saat mi, altıncı saat mi artık sayamıyorum. zaten zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığım gibi benim gibi üşengeç, tembel bir adamın o kadar yürüyüp, ayakta bekleyebildiğine ancak şimdi bu satırları yazarken şaşabiliyorum. mehmet akifin istiklal marşını burada yazdığını öğreniyorum. senin de ancak böyle bir yerde yatmak isteyeceğini düşünüyor, bir kez daha sana hak veriyor, hak vermek ne kelime, bir kez daha sana hayran kalıyorum.
tekrar namaz geliyor aklıma... imam soruyor ve ben bütün ruhumla, nefesim yettiğince haykırıyorum: helal olsun! helal olsun! helal olsun! "
-- --
not : kuzenimin yazmış olduğu, bir anlamda benim içimi de sayfaya dökmüş olduğu yazıdır. alıntıdır.