darron aranofsky'nin yönetmenliğini yaptığı filmin konusu bağımlı olan insanların hayatını, iç dünyalarını ve çektikleri acıları ele alıyor. filmde ellen burstyn hayırsız oğlunu çok seven, yalnız yaşayan, fazla sıradan bir hayatı ve tek aktivitesi televizyon izlemek olan 60 yaşlarında sarah adında bi kadını canlandırıyor. oğlu harry ve arkadaşları ise tam birer madde bağımlısı. bir gün sarah'a telefon gelir, sürekli izlediği tv programına katılmak için şans kazandığı haberini alır. bu da sarah'ı çok heyecanlandırır ve gençliğinde giymiş olduğu, o çok sevdiği kırmızı elbisesini giymeye karar verir. fakat bunun için kilo vermesi gerekmektedir. doktora gider, ilaç kullanmaya başlar. ve filmin ilerleyen dakikalarında ne yazık ki o da bir madde bağımlısı haline geliverir. gördüğü halusinasyonlar ve yalnızlığı onun gittikçe daha da delirmesine neden olur. bu sırada harry de içinde bulunduğu batağın gün geçtikçe daha da dibine batmaktadır. başta "uyuşturucu da kullansak mutluyuz be gene" şeklinde başlayan film gittikçe ağırlaşır, izleyenin bütün mutluluğunu, yaşama sevincini sömürdükçe sömürür.
filmin anlatım diline bakılınca ise çekimde diğer filmlere nazaran çok daha farklı tekniklerin kullanıldığı çok bariz bir şekilde göze çarpıyor, çarptırılıyor. uyuşturucuyu vücuda enjekte etme, ettikten sonra göz bebeğinin büyümesi gibi karelerin ard arda koyulmasından oluşturulan birkaç saniyelik sahneler filmin her yerine fazlasıyla serpiştirilmiş, geçişler bu şekilde sağlanmış. ilk görüldüğünde "vay be ne ciks olmuş, ne orjinal bi anlatım helal be" dedirtse de dakikada bir aynı kareleri görmek insana biraz gına getirtiyor.
hakkında "mükemmel ötesi, harikulade, ayıldım bayıldım, tam bir baş yapıt" gibi yorumlar yapılan bu film biraz abartılıyor sanki. tamam film sanat açısından başarılı, oldukça da orjinal. konu da iyi denilebilecek kalitede işlenmiş. film izleyiciyi sıkmıyor * . ancak filmi bi daha izler miyim diye düşünsem cevabım hiç düşünmeden hayır olur. çünkü iç karartıyor, adamı bunalıma sokuyor, bütün gününü felç ediyor. ne pislik bi dünyada yaşıyorum ben allah'!ım dedirtiyor. film iyi duygularınızı öyle sömürüyor ki ister istemez insanda film çekilirken "ne kadar ağlatıp ne kadar bunalıma sokarsak o derece kaliteli, orjinal ve "sanatsal" bi film oluruz" şeklinde düşünüldüğü izlenimini uyandırıyor. gene de film, soundtracklerini de göz önüne alırsak özellikle ellen burstyn'ın başarılı oyunculuğuyla kaliteli filmler listesinde yer alıyor.