hikayem, 12 yaşında heyecan ile başlayan bir süreçtir. o zamanlar hayalimi, kümesimizde tavukların olması ve her sabah samanlar içinden yumurta ayıklamak sarmıştı*. bunu bizimkilere anlata anlata, bir gün babam elinde bir kutu; çıka geldi ve içinde 50 küsür tane civciv olduğunu görünce dünyalar benim olmuştu. sonrasında civcivlerin bir kısmı öldü; ama 33 tanesi hayatta kaldı.
zaman geçtikçe 'yumurtlayan tavuklarım' olmasına az kaldığını görüyordum, sevinçliydim; çünkü onları büyüte bilmiştim. ama bir şeyler oldu, buğday yerine darıyı daha çok sevdiklerini fark ettim önceleri. sonrada garip sesler çıkartmaya çalıştıklarını fark ettim. önce birinin sonra diğerlerinin tek tek garip sesleri daha da kimlik kazanmaya başladı.
evet... onlar, yani benim tavuklarım diye sevdiğim o şeyler, her biri gün be gün horoz olduklarını 'öterek' ilan ettiler. bu bir kabustu, teknoloji denen şerefsiz, makineyle seçiyormuş meğersem bunları, o zaman öğrendim.
evet yahu!...
hepsi... hemde hepsi... yani 33 tanesinin tamamı, horozdu. öyle dokunuyor ki hala. ağlasam sesimi duyarsınız mısralarımda, o derece yani!
hepsi aynı boyda... aynı kiloda ve beyazdı. zebraların sürü halinde koşusu gibi yan yana koşarken karıştıracak kadar ikizdiler, pardon otuzüçüz'düler demek sitedim. ühü ühü..
işte daha 12 yaşında bir çocuğun tüm çocukluk hayallerinin yıkıldığı... o andır ki, itiraf etmeliyim, tam olarak 'hayatın kazığıydı' bu.
herşey bir yana siz hiç bu kadar horozun sabahları hep birlikte öttüğüne şahit oldunuz mu?... bu ayrı bir zulmdür. her gün teknolojiye söverek ve kazıklandığının bilinciyle mi uyanır lan insan!...
artık yapacak bişey yoktu. buruktum, yılgındım ve kandırılmıştım...
lakin yinede onlar benim horozumdu...
ama....
bir tanesi farklıydı sanki, hani belki tavuk gibiydi.
ilginçti... beklentilerimin onun üzerine yoğunlaştığını hissettim.
acaba? dedim; 'belki de bir fire(!) vermişti şerefsiz makineler'