ne kadar da uzaksın ve ne kadar da yakın. hiç ölmeyecekmişim gibi yaşıyorum. tabuta hiç konmayacakmışım gibi. ölüm yokmuş gibi geliyor bana. sebebiyse basit cenazelerde bulunmadım ben. küçücükken amcam ölmüştü. oyun oynamştık diğer çocuklarla. çimendi yerler köyde. toprağa düşmüştüm, taşa çarpmıştı dizim. en büyük acım oydu o güne dair. bir keresinde de sınıf arkadaşımın babası vefat etmişti. fırat. evet fırat'ın babasıydı. lisedeydim. ağlıyordu fırat. evine gitmiştik. kalabalıktı. insanlar teselli için gelmiş fırat'ı kucaklıyorlardı. sonra gitti kalabalıklar. yanlız bir arkadaşları kalmıştık fırat ile başbaşa. birden beni gördü gel dedi ve sarıldı bana. omzuma gözyaşları dökülüyordu. sonsuz bir manasızlıkla suratıma bakıp "babam öldü? ne yapacağım ben şimdi" diyordu. oysa güçlü çocuktu bilirim. yılmazdı öyle kolay kolay. ölüm böyle yapıyormuş insanları dedim o gün kendime. sonra biz gittik. fırat kapıya kadar gelememişti. kendimiz çektik kapıyı. giderken ölümü o evde bırakıp kendi eğlenceli hayatlarına atılmaya hazırlanan arkadaşlarımın omuzlarının hemen üstünden baktım fırat'a ve odasına doğru. işte o an gözyaşlarım vardı. sadece o andı beni ağlatan. herkes gidiyordu ve bir kişi kalıyordu ölümle başa çıkmaya çalışan. yalnızlık sarıyordu dört bir yanını. ölen kişinin hayalleri benim aklıma ve ruhuma saldırmayacaktı gece sıcak yatağıma yattığımda. ben sadece figürandım bu ölüm sahnesinde. sonraları da unuttum zaten ölümü. kimse ölmüyordu tanıdığım. olasılığı aklıma geldiğinde birkaç aşılması zor düşünceye kapılıp ardından da para kazanma telaşesine düşmekten başka bir hususta etkilemiyordu beni ölüm. en kötüsü köy mezarlığı geliyordu aklıma babamın üstüne toprak atarken. o an duruyor ve en eğlenceli anımı düşünmeye zorluyordum kendimi. ölmesini istemem babamın. geçen sene babannem öldü. öldü demek kabalık gibi dursa da gerçeğin kendisi. öümden bahsediyorsak elbettei ölümün fiil halini kullanacağım. belki de 15 sene bizim evimizde kaldı babannem. bana baktı, büyüttü, oynadı. yaşlılığında hala uysaldı. korkardı benden bir su isterken ve bu benim günahımdı. ölünce ağlamadım. babam da cenazesinin akşamına haber vermişti bana işlerim aksamasın diye. köye de gitmedim memlekete dönünce mezarı başında bir fatiha okumak için. yine bir günahtı haneme. kaybediyordu ya hayatı, insanlığımızı. bugün ise oturuyorum ofisde. cenaze var iş yerinin olduğu apartmanda. tanımadığım birisi ölmüş. hoca gelmiş merhumu nasıl bilirsiniz diye soruyor. tabutum gördüm acı ve gözyaşı dolu evden çıkarılırken. ağlıyordu insanlar. dün gece boynuna sarıldıkları babası veya yedikleri sıcacık yemekleri yapan annesi ertesi gün o soğuk tahtanın içindeydi. bir var bir yoktu. dün var bugün yoktu. ne acı ve keskin bir darbeydi bu geride kalanlara. sonra ben düşündüm, aklıma babam geldi. ya ölürse dedim? sonra düşündüm kazık kadar adam oldun. paranı kazanıyorsun. rahatın yerinde. nolacak ki dedim. sonra gözyaşı geldi. para değildi herşey. o telefonu elime aldığımda herzaman hissetiğim güven ve rahatlıktı baba. dünyanın en boktan çukuruna girsen bile seni oradan çıkaratabilirdi o kudretli insan. en batmış anında "oğlum bunlarda geçer" deyip omzuna elini koyan insandı. ölüm bu kadar ucuz değildi babamı düşününce. bu kadar kayıtsız kalınmamlı ölüme.
ama işte yaşıyoruz yarını düşünmeden. hiç ölmeyecekmiş(ler) gibi yaşıyoruz. kıymet bilmiyoruz çoğu zaman. oysa ölüm o kadar keskin bir bıçak ki. hayatları kesiveriyor en derinden. sonrasında yine gözyaşları çaresiz bedenlerin...