Bok gibi film. Yok bu tanım sizi tatmin etmediyse, aşağıya alalım.
uzun bir bekleyişin ardından film sonunda sinemalara geldi. sıkı bir terminatör hayran sayılmam ama bilimkurgu ve kıyamet sonrası (post-apokaliptik) bir dünya manzarası hep ilgimi çekmiştir. coşkulu fragmanlarla marketing'in oltasına gelip filme koşa koşa gittim desem yeridir. gittim de ne buldum derseniz, pg-13'ün gazabına uğramış, senaryosunun senaristlerin boş zamanlarında yazmış olduğu, koca bir fiyasko. filme geçmeden önce, pg-13'e değinmekte fayda görüyorum.
--spoiler-- pg-13 amerikan sinema filmleri birliği'nin (mpaa) filmlere koyduğu sınıflamalardan biridir. (parental guidance)-13, kısaca on üç yaşından küçükseniz, o filme ailenizden biriyle gideceksiniz. pg-13'ün içeriğine gelirsek: az derecede küfür, az biraz çıplaklık, aşırı şiddet kullanımı, vahşet ve az derecede uyuşturucu kullanımı. elbette, burada pg-13'ün içeriğinde çok şirketlerin bundan nasıl yararlandığı ve seyirciyi nasıl suiistimal ettiğinden bahsetmek gerek. çoğu film şirketi r (restricted, kısıtlı) olan filmini bu sınıflandırmaya uydurmak için ellerinden geleni yaparlar, ki bu yüzden pg-13'ün içeriğindeki "az" kelimesine dikkat etmek gerek. her şey az olmalı, az olmalı ki mpaa'yı sinirlendirip film r sınıflandırılmasına ("az"ın "çok" olduğu sınıflandırma) girmesin. peki niye girmesin? cevap basit: kâr. tek cümlede ifade etmek gerekirse, r sınıflandırmalı filme gelecek kişi sayısı pg-13 sınıflandırmalı filme gelecek kişi sayısından birhayli azdır ve bu yüzden film şirketleri filmlerini kırpmaya, pg-13'e uydurmaya (ve bu yüzden de yönetmenler istediklerini çekememeye ve senaristler bir çok sahneyi ısmarlama yazmak zorunda kalmaktadırlar) başlamışlardır. pg-13'ün en komik örneğini de bu filmde göreceksiniz. dünya yıkılmış, insanlar direniş adı altında robotlarla mücadeleye başlamış, etrafta bok püsür terminatör modeli cirit atar, insanları avlar olmuş ve... evet, bu filmde ne kan var ne de küfür! karayip korsanları serisinden beri böylesi saçmalığa rast gelmemiştim.
şimdi, gelelim asıl konumuza. önce mcg'den başlamak gerek. klip yönetmenliğinden sinemaya geçen, terminatör öncesi kariyerinde üç film bulunan bu adam film çekilmeden önce yerden yere vuruldu, yapamaz denildi. itiraf edeyim, ben de bu güruhun içindeydim. "çarli'nin melekleri" serisini çekmiş bu adam, eğer beşinci filmi çekerse terminatör efsanesinin cenazesini kaldırırız" demedim değil. genellemeyi seven öfkeli bir insansanız ve bir de üstünü üstlük terminatör serisinin hayranıysanız, filmi izledikten sonra bütün suçu mcg'ye yıkabilirsiniz. işin aslı öyle değil. yönetmeni savunmaktan öte, benim yaptığım önyargıların ne kadar saçma sapan şeyler olduğunu göstermek. film çıkmadan önce, mcg'ye küfürler savurdunuz, yapamaz edemez dediniz... yapamaz edemez derken neyi kastediyordu insanlar? hemen açalım şunu.
yapamaz! edemez!: filmin efektlerini beceremez (yönetmenin işi değil), müzikleri ne yapacak kim bilir (yönetmenin işi değil), senaryoyu berbat edecek (yine yönetmenin işi değil)
buradan çıkartacağımız sonuç ise yönetmene alakasızca yüklenmeyiniz. mcg'nin bu filmdeki tek hatası rezalet bir senarist takımıyla çalışmasıdır. yazdıkları senaryolardan tek eli yüzü düzgün olanın "oyun" filmi olan bu ikili (michael ferris & john d. brancato) senaryoyu sanki kendinden önceki filmleri izlememiş gibi yaparak yazdıklarından ve düz (lineer) bir çizgide ilerlettiklerinden dolayı filmi çekilmez kılmışlardır. insanlar her defasından yönetmene yüklenirler, ama film biraz sakin kafayla izlenirse, mcg'nin aksiyon sahnelerindeki ve tek tük dramatik sahnelerde (o sana bakar sen ona sahneleri) oldukça iyi iş çıkardığını görebilirsiniz. hele ki, ilk baştaki helikopter sahnesinde ve çoğu aksiyon sahnesinde kullanılan müthiş kamera açıları (üzgünüm, sizi zorunlu olarak inandıracak teknik bilgiden yoksunum) takdire şayan. senaryoya girişmeden, danny elfman'a çemkirmeden önce filmin tek iyi yanı olan kusursuz aksiyon sahnelerinden dolayı tüm takdirler mcg'ye ve mülayim adam marcus rolündeki sam worthington'a gitsin.
[spoylır] bu film, izlediği filmlerde senaryoya dikkat eden sinema sevdalıları için sakıncalıdır. [spoylır]
gerçekten öyle. bu filmde senaryo nâmına hiçbir şey yok. senarist kafadarların senaryoyu nasıl yazdıklarını hayal etmeye çalışalım. önce terminatör filmleri açılır, seyredilmeye başlanır. sonra filmin bir yerinde, karakter bir laf eder. hah, der bizim senaristler. bu lafı bizim senaryoya sokuşturalım, keriz seyirci aklımıza hiçbir şey gelmediğini anlamasın, "gönderme var burda gönderme" diyip birbirlerine caka satsınlar diye düşünürler. sonra bir parlak fikir daha gelir akıllarına. şu kamyonun kıçında gezen mototerminatörü öyle bir uçurtalım ki, cgi bile afallasın, mototerminatör gitsin tepede uçan düşman uçağını vursun. her yere aksiyon koyalım aksiyon, ne gerek var diyaloğa, hadi diyalog koyduk diyelim ne gerek var diyaloglarda derinliğe. karakter gelişimi mi? salla onu, her şey para için biliyorsun. hacı baksana ya, john connor kyle reese benim babam desin ama kimse sorgu sual sormasın. tamam yazıyorum bir diyalog. hiçbir şey anlatmasın bu senaryo ya, terminatör 1 ve 2 de zaten her şey anlatılıyor, illa post apokaliptik ortam göreceklerse gitsin mad max 2 izlesinler.
danny elfman, sözüm sana. nasıl yapabildin, bu kadar klişe kendini tekrar eden bir müzik?
oyunculuklardan da söz edersek, oyunculuk yok diyebiliriz. senaryo neredeyse hiçbir oyuncuya dramatik bir altyapı hazırlamadığı için, tüm karakterlerin ömrü film boyunca oradan oraya koşturmacayla geçiyor. sam worthington marcus wright rolüyle bir derece ön plana çıkıyor ve malum sahnede "i'am human" diyişiyle içimi cız ettirmeyi başarıyor. christian bale'in oyunculuğu için konuşulacak bir şey yok, çünkü adama yazılan diyalog ve sahnelerin üstesinden polat alemdar bile gelebilirdi. bir iki ateş et, bağır çağır, kate connor'ı öp ve "i'll be back" diyip seyirciye göz kırp. anton yelchin'i star trek'in ardından amerikan aksanıyla konuşurken görmek ilginç oldu.
senaryo sevmem ama aksiyon severim diyorsanız, gidiniz. terminatör severim diyorsanız, hemencecik ilk iki filmden birini takınız. hemen notumuzu da verelim: yüz üzerinden altmış, o da arnold'un hatrına.
ağir sipoylir
- iddialıyım, bu filmdeki kalp nakli ileride doktorlar arasında efsane olacak. tıp öğrenimi sırasında, kalp cerrahı adaylarına o sahne izletilecek. yokluk ortamında, steril şartların söz konusu olmadığı, hastaya aktarılan kalbin uyup uymayacağı meselesinin tamamen şansa kaldığı bir operasyon. bir destan. şaka bir yana, marcus wright'ın böyle gereksiz bir şekilde harcanması saçmalığın daniskasıydı. senarist dalla... müsveddeleri herhalde, john connor'ı ölüyormuş gibi yapalım, sonra ölmesin, marcus ölsün, marcus ölünce bir oyuncunun sonraki filmdeki masrafından kurtuluruz diye düşünmüş olmalılar.
- robotlar da masa sehpa kullanıyormuş, hatta kapılar için kod girmek zorundaymışlar. oha ki ne oha!
--spoiler--