--spoiler--
"Fıçıdaki sıvı, suydu.
Rahatlayarak doğruldu.
işte o anda dehşete kapıldı.
Çakmağın titrek aydınlığında gördü.
Birikmiş suyun yanında. Bir insan cesedi."
2005 sonbaharı... Marion acilen Paris'ten ayrılmak ve ortadan kaybolmak zorundadır. Hayatı söz konusudur. DST'nin adamları onu dini bir tarikatın yaşadığı Mont-Saint-Michel'e götürür. Ancak çok geçmeden, Marion gözetlendiğini fark eder.
Mart 1928, Kahire... Gece sokağa çıkan çocuklar kaybolur ve bir süre sonra cesetleri çevredeki yeraltı mezarlarında bulunmaya başlar. Şehirde bir söylenti yayılır? "Binbir Gece Masalları"nın korkunç Gûl'u geri dönmüştür.
Tamamen ilgisiz gibi görünen bu iki olay, aslında karmaşık bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır.
--spoiler--
yazarın edebiyat yapacağım diye kastığı, okuyucuyu olayın en heyecanlı yerinde bile oradan buradan hoop diye çıkan betimlemeleriyle boğduğu bir kitaptır. kendisi de son sözünde dediği gibi roman biraz tuhaf. finali de ucu açık, okuyucuyu "bu muydu?" gibi bir soruyla karşı karşıya bıraktıracak derecede bok gibidir. son sözünde bir bilmece de var.
yazar bu kitabı yazarken müziğin büyüsünden yararlanmış. ben onun tavsiye ettiği müzikleri tercih etmesem de, romanı okumak müzikle gerçekten iyi oluyor, bunu söylemeliyim.
giriş bölümü beni fazlasıyla sıkmış, gelişme bölümünde hareketlenmelerle okunabilirlik kazanmıştır. bitişinde ise "aha tamam çözdüm olayı" derken bir anda herşeyin tam tersi yönde değişmesi sözkonusu olmuş, okuyucuyu*şaşkınlıklara sürüklemiştir. polisiye severleri kesinlikle hayalkırıklığına uğrattığını/uğratacağını düşündüğüm bu roman, maxime chattam ile kötü bir tanışma faslına vesile olmuştur benim için.