Yollardan kar çabucak kalkmıştı, tabi belediye işçilerinin payı bunda büyüktü. Kahramanım artık eski yorganlar kadar iyi ısıtmayan elyaf yorganını bile üzerinden atamazken ne günahları sıyırıp atardı gamsız insanlar. "hayat bu işte!" sözünü sevmez, dünyanın kötülere ait olduğunu kabullenmezdi. Ölü toprağı değildi ya üzerindeki elbet kalkma kudretini bulurdu kendine ama biraz mayışsın, ona da hakkı var değil mi?
Hayatının patronu olabilecekti ölene kadar, ne tanıdık yerlerde dayısı vardı ne de mısır' da miras bırakabilecek bir halası. Umudunu lotolara bağlamıştı bir dönem, aynı satırda üç bile bilememişti. Piyango bileti satan adam arkadaşıydı, sanki ikramiye çıkacak bileti biliyormuş gibi arkadaşından hep bir kıyak beklerdi. Kimden bir büyüklük görmüştü ki ondan görecekti.
Dut ağaçlarının altından geçerken bahçe sahiplerine küfrederdi. incirden düşünce sakat kalacağı hurafesine inanırdı. Eriklerin erken açmasına sevinir, kirazı iştahla bekler, yeşil ve kırmızının uyumunu severdi.
Çileği hep ağaçta yetişir sanırdı, cahildi. Rahatsızlığının ne olduğunu hiç bilmedi, kendisinin doktoruydu. Bünyesinde ne çok meslek barındırmıştı, kalabalıktı. işte bu yüzden ölüme de kalabalık gidecekti.
Güneşli günlerde pencereyi açmazdı, su şişesini başından ayırmaz, elinin altında hep atıştıracak kraker bırakırdı. Tartıya çıkmayalı uzun zaman olmuştu, zaten uğruna kilo alıp - verebileceği sevgilisi de yoktu. Posterlerini sinir harbi yaşadığı bir gece yırtıp atmıştı, eli kanamıştı ve o zaman kağıt kesiğini küçümsememesi gerektiğini öğrenmişti.
Severken kaybettiklerine ağıtlar yakmak en büyük becerisiydi, eski dönemlerde yaşasaydı bu işten iyi para kazanabilirdi. Şimdilik ağıtları kendineydi, ataklarının belirtisi acı sözcüklerle kendini üzer, iyileştirir, reçetesini yazardı.