dur! heyecanlanma küçük kız. bu adam, sen değil. bu adam, sen değil çapkın delikanlı. bu adamı seni tanımladığım gibi tanımlayacağımı düşünecek kadar çürümüşse aklının meyveleri, kurtlanmışsa beynin bu adamla kendini eş tutacak kadar, sen bitmişsin! bu adam, benden öte bir ben yalnızca. artık dışavurumlara dahil edilen her alıntı, intihale varma sınırında gidip gelmekten, bitap düşmüş durumda. konumuz ekspresyonizmin grotesk olmanın kıyılarında gösterdiği vals tadında bir performans değil. bahsimiz sen, ben ya da kısacası biz! derdimiz, ne olduğumuzu anlatmak değil, ne olmadığımızı bilmelerini sağlamak kendini akıllı sanan gurebanın, etrafa tehditler savururken. her yaşanmışlığa düşülen dipnotların sayısı kafa karıştırmaya başlayacak kadar çoğaldığında, varlığımızı anlamlandırmanın temeline, öteki dediklerimizi oturtmanın zamanı üzerinden çok geçtiğini anlayacağız. ben, beni ve bana diye durmaksızın ayrılmaya müptela olmuş eylemler bütününün karmaşasında kaybolmaya yüz tutmuş ve saklanmaya meyletmiş orospuluk fiillerini net bir şekilde görebileceğiz.
aynaya bak ve beni gör! ben şimdi, dümdüz ve uçsuz bucaksız bir ovayım. üzerimde bulutlar, hiddetini kusmaya hazırlanıyor. ne yöne istersem oraya gidebilirim. çünkü ben, engebesiz bir şekilde bana aidim, başka hiç kimseye değil! kimi zaman, ufak tefek taşlara takılıp sendelesem de tahminlerinden kat be kat kolay olur doğrulmak. beni yıkacağını sanmak, ahmaklıktan fersah fersah ötede bir paramparçalıktır. beni kalleş oyunlarla alt edebileceğine inanmak en sevdiğim tanımıyla; zavallılıktır.
ben!
sesleniyorum bizi tanımayan ve asla anlamayan garibanlara dostum. avazımın müsaade ettiği kadar, nefesimin izin verdiği müddette çığlık çığlığa haykırıyorum beni/bizi tanıyamayacaklarını. sen ya da ben? ne fark eder ki? bütün söylediklerim, bütün söylediklerin, ikimizi tanımlamaya yetmiyor mu zaten? defalarca anlatmaktan sıkılmayacağım tek şey bu-nlar!
ben kristalim! kırmak için arş-u âlâdan bıraktığında, parçaları bedenlere saplanıp, gerçekleri yüzüne vurmaktan korkmayan, kat'i surette, beklemeden bütünlüğünü yeniden kazanabilen, yaptığın her hareketten haberi olan bir kristal! ben, kat'iyen pişman ol-mam! ben, asla mecbur ol-mam! en fazla mecbur-muş gibi yapar-ım, görmek istedikleri gibi değil göstermek istediği-m gibi olur-um. ben, istersem sen beni avucunun içinde sanırken, ellerini bileklerinden kopartıp köpeklere yem ederim!
mutlak olan şu ki; kurduğum cümlelerin özüne erişemez insanlar. benim kelamıma anlam vermek için; ya ben kadar ben olacaksın ya alim! beni kandırma denemelerini primitif yöntemlerden deneme yanılma yöntemiyle bir sınava tabi tuttuğunda denemelerinin yanılmaktan başka hiçbir halta yaramayacağını göreceksin.
ben/biz umursamadığımı-zı sandığın-ız her şeyin en derinine ulaşana kadar deşiyoruz karnını. ben/biz sizin önemli saydığın-ız hayatımızda hiçbir işlevi olmayan gerizekalı ayrıntıları buruşturup çöpe atıyor-uz. herhangi bir zamanda bilinmeyen bir yerde aptal gibi ağlamaktayken, bana benden, sana senden, bana senden ya da sana benden bir mesaj geliyor, başımın altındaki yastığımı, odamdaki sobayı, en kör sevdanın şarkılarında hırpalanan kulaklarımı, bir zelzele edasında sarsıp kendime getiren.
gelen mesaj öyle bir çekiyor ki yüreğimden acıyı, bir kelebeğin rüyalarını dinler gibi oluyorum. şöyle diyor sevgili dostum;
sebep arama oğlum! bazı insanlar orospu çocuğudur. bazıları orospudur, bazıları hiçbiri değildir ancak olmayacağını kim söyleyebilir? insan bokumsu bir şey nasılsa. biraz daha zorlarsan zaten kafan 1-2 sene öncesine de gidebilir. sen hata yapmadıysan yapanı sikeriz. takma kafaya artık şunu, yeter amına koyim!
böylesine küfürle bezeli, zırva bir metnin, inşasına özen gösterilmemiş gibi dursa da en afaki söylemlere çalım ataraktan damarlarımdaki kanı ve bedenimin içinde bana, bedenime, arzularıma köle olmuş ruhumu paylaştığını hissettiren bir başka dosta sahip olmadım ben asla. ben asla beni anladığına inanmadım, senden başka herhangi birinin. çünkü sen, beni anlamıyordun. çünkü sen, beni, biliyordun. sana kurduğum tek cümleden bütün hissiyatımı ortaya dökecek kadar paylaşmıştık ruhları.
yalnızca altı ayımı aldı öncesinden sezinlediğim şeylerin bir bir gerçek olduğunu kendime ispatlamak. bu altı ay boyunca sen, yanımdaydın. dertleri, öfkeleri ve az da olsa sevinçleri paylaştık. yine de ümidi ümit etmeyi denedik seninle. yarınları, daha güzel günleri düşledik hiç sessizce. çok ağladım, az güldüm ama sen hep yüzüm gülsün diye paraladın kendini. öfke nöbetlerini, sinir ataklarını savuşturmak için hep yanımdaydın. senin adın dostken, bak aslında önceden de bildiğim neler öğrendim.
bir insana üç hırka yetermiş, ben bunu öğrendim. arif olan kıymetini bilir, bilmeyene adam denmezmiş.
bir nefesle ruhlar tutuşur, yüreklerdeki aşk sönermiş, bunu öğrendim.
bir adama, bir kadına, tek bir sevgi yetmezmiş, bunu öğrendim. hep daha fazlasını isteyen bir lağım çukuruymuş insan.
elindeki ile yetinmeyen doyumsuz aşağılıkları tanıdım, doymayı öğrendim.
bir sevmek bin kanmakmış, bir sevmek bin inanmakmış, bir sevmek bin güvenmekmiş, bir sevmek bin kere razı olmakmış...
sevmek kabullenmek, sevmek boyun eğmek, sevmek aptal taklidi yapabilmekmiş; bunları da öğrendim.
bir tanrı varsa, o bile iki yüzlüymüş; bunu öğrendim. yarattıklarının şerefli olması beklenmezmiş.
dağların şerefine içilen sigaranın tadını, sobada pişen aşın kokusunu öğrendim.
tek gerçeğin dost olduğunu, acının olgunlaştırmadığını, sadece ruhu ve bedeni orospulaştırdığını öğrendim.
orospu olmanın o kadar da zor olmadığını, biraz muhtaç olmanın yeterli geldiğini herhangi bir şeye... bunu da öğrendim.
sen, en güzel rüyaları kahpe bir ümitle zihninde diri tutarken, birer birer tinsel dünyadan koparıp vücuda getirmeyi hayal ederek çiçeklere koşarken, çok uzaklarda birileri, çoğul eklerinden en büyük payı almış acımasız hançer darbeleri indirip anılarına, kanını akıtıyor olsa da toprağa, o kahpe ümidi, en başından yeşertmek için çırpınıyor olmanın hazzını anlatamayacaksın asla, o pejmürde hayatlarını hiçe sayan ruhu fahişe rezillere.
sen en müthiş zamanlarını hatırlayıp küçük küçük gülümserken, çok uzaklarda birileri seni öldürüyor olacak dostum. kadın dediğimiz varlık, döktüğü gözyaşının arkasında hin bir kahkaha saklar. insan dediğin varlık yaptığı şerefsiz orospuluğu görmezden gelecek kadar leş yiyicidir. sevmek dediğin şeye enayilik olarak niteleme getirebilecek kadar benliğini satmıştır kimileri. senin de söylediğin gibi; sebep arama! insan dediğin bokumsu bir şey nasılsa. insanı yoktan var edip, yeniden yokluğuna iten, hayata döndürüşlerin karşılığını biraz olsun vermeye razıyken, tümünü elinden alan tanrının utancı bile yarattığı karanlık kuyuların nöbetçilerinkinin yanında bir hiç kalacaktır. geçmiş, olduğu yerde kalsın, geçmiş olsun, ben geleceği istiyorum!
şimdiyse sırtımda gümüşten kanatlar var. elimde adaletin kılıcı, savrulmayı bekliyor. gözlerimi bağladığını sanan müptezel seviyesizlerin kellesini uçurmak benim için istemekle sınırlı. şarjörleri boşaltsam piç kurularının üstüne, piçliklerinden hiçbir şey kaybetmeyecekler, biliyorum. şah damarlarını ellerimle parçalasam da temizlenmeyecek damarları. kanlarındaki kokuşmuş ve zavallılaşmış fahişeliği etrafa saçmaya hiç niyetim yok!
ben vazgeçtim, yorgun düştüm uğraşmaktan. ben, o-nlar kadar şerefsiz değilim! ben, o-nlar kadar haysiyet-siz değilim! ben, it ile it ol-mam!
işte sen! yine sen! sen onlardan olmadın hiç dostum. yerin herkesten ayrıydı. kaçışlarının hesabı sorulduğunda haksızlığına kör davranmazsın, biliyorum. sana boyun eğene kılıç kaldırmaz, kan akıtmazsın biliyorum. uzaktakine yalan söylersin belki ama bu yalanın sebebi başkasının yakında olması değildir. ateşe atlarken yanında birilerini aramazsın biliyorum. düştüğün dipsiz kuyuya başkalarını çekmek gibi alçakça şeyler istemezsin. biliyorum! senin bu hayattan aldığın zevki zamanlara böldüğünü, yelkovanın akrebin üzerinden attığı taklalara küfrettiğini, periyodik dirilişlerin sonlarını kestirebildiğini, tasvirlere can verirken yüreğini ortaya koymaktan çekinmediğini, zembereklere kafa tutup
emirlere uyma aptallıklarını görmezden gelebilecek kadar ruhunu arındırdığını biliyorum!
gün ağardı, gece karardı, ölüm vakti, geldi de çattı. adetimdendir bir şarkıdan alıntıyla yapmak finali artık sevgili dostum. bırak söyleşsin teoman ve fahişe!
tek başıma
bu vücutla
fırlatıldım bu dünyaya
aşk da basit,
pişmanlık da
hayat hoyrat bu zamanda
şahin kuşa,
kuzgun leşe,
ben değil, bu dünya fahişe!