--spoiler--
mevzu şöyle , bir gün simit tezgahında kızlara ' abla şönizli mi verelim rödizli mi' diye espri yapmış . sonra lafa girip ben simitçi değilim, idare müdürüyüm, diye kendini takdim edip , kızları odasına davet etmiş ...
işlerin yoğunluğundan birçok şeyi açık, seçik düşünecek halim yok , ama aklımda bir yığın soru duruyor, şükrü güzel bir çocuk değil, parası yok , parıltılı, şaşırtıcı hiçbir tarafı yok, bu çocukta ne buluyorlar ... içimden 'kıskanma oğlanı' dedim . stendal'ın bir lafı sanırım, 'bir kadını eğlendirin, ona sahip olursunuz', cümlesi geçti, hayatta kimi eğlendirdik ki ... ve şükrü'ye ' küçük kaçamaklarını burda kimse duymasın , yoksa bizimkiler seni asansör boşluğuna atar, üstünede asansörü düşürürler, karışmam' diye tembih ettim .. şükrü'ye kıyak çekip, koruyup, kol kanat çekerek, eski günlerimin suçluluğunu üstümden atıyorum . üniversiteli gençler ziyaretimize geliyor bir sürü soru soruyorlar ... sükrü'yü çağırıyorum, şükrü gel, gösteriyorum, hadi git şükrü . ardından; 'bakın bu aradaşınız köyünden gelmiş saf bir köylü çocuğu idi, azmetti , çalıştı, şimdi şu koca müessesenin herşeyi. o olmazsa, burda herşey birbirine karışır '...
hayat, fikirler, teoriler , hayaller , şiirler , dergiler , ideolojik kapışmalarla sürüp gidiyor, günler su gibi akıyor. insan kalbini meslek edinmiş bir genç edebiyatçı olarak, şükrü'yü her gördüğümde içimden incecik bir dal kırılıyor. kalbimden bal , kaymak akar, şükrü'nün ölünceye kadar boynuna sarılmak istiyorum . artık aramızda hiçbir mesafe yok , herşeyimiz, şenlik , gürültü , patırtı , tantana içinde, zevkle geçiyor !
bir gün beklenmedik şekilde, apartmanın kapıcısı geldi, apartmanın tümü işyeri olduğu için başka semtte kalıyor ! 'nihat bey, siz geceleri burda neler oluyor biliyor musunuz, giren çıkan belli değil ' ... 'neee' .. ' nihat bey sokakta ne kadar orospu var, gece ondan sonra burda , asansör bir aşağı bir yukarı !' ...
' başka kata çıkıyor olmasınlar' , 'yalnız sizin ışıklar yanıyor, apartmanın anahtarı, simit tezgahını erkenden çıkartacağım diye yalnız şükrü de ' inanmadım mümkün değil . adamı bir güzel azarladım, sen burayı , bizi ne sanıyorsun , gel bak birazdan burda toplu namaz kılınır, ağzından çıkanı kulağın duysun ' ...
kapıcı, ' tamam kardeşim , yönetici sizinle görüşecek ' deyip çıktı .
o gece gizlice büroya geldim , kadehler, şaraplar, çoraplar , kalın paltolu sert ve pis adamlar, yarı sarhoş kadınların biri tuvalette, diğeri asansörde... kızılay'da geceleri iş tutan iki orospuyla anlaşıp , bizim büroyu kiralatmış !
--spoiler--
--spoiler--
mısır'da bir grup aydınla doğu neresidir diye tartışıyorduk.
coğrafik sınırlar, tarihi sınırlar, teolojik sınırlar, truva'dan mı başlar kudüs'ten mi,
yoksa sınırlar aydınlanma çağıyla mı belirlendi, sanayi toplumunun dışında kalanlar mıdır
yoksa ...? tartışma herkesin kafasını karıştırdı ve gülüşmelerle galiba doğu diye bir yer
yoktur denilmeye başlandı.
söz isteyip ayağa kalktım: batı'nın bombaları nereye düşüyorsa doğu orasıdır deyip yerime oturdum. benden sonra söz alanlar evet galiba doğu diye bir yer var deyip lafa girdiler.
evet, ne tarih ne coğrafya, ne din,ne sanayileşme. doğu'nun yerini bize gösteren ve öğreten batı'nın bitmeyen saldırıları ve bombalarıdır .
--spoiler--
--spoiler--
nasreddin hoca eşeğe ter binmiş diye başlar ya fıkra .. bu eşeğe ter binme hikayesini anlayamadım fazla . nedir bunun esprisi diye çok zamanım geçti, yalan yanlış yazılar da yazdım. sonra arap tarihini okurken orada da bu fıkrayı buldum .
orada şöyle bu fıkra ;
nasreddin hoca'ya , ' hocam sen eşeğe niye ters biniyorsun ? diye sormuşlar . hoca da ' ben her gün pazara gitmek istiyorum, benim eşek de tarlaya gitmek istiyor ' yanıtını vermiş .
--spoiler--