lost da bozdu artık muhabbeti yapmak niyetinde değilim ama dönüp ilk sezonlara bakınca "ne acayipmiş" diye düşünmemek elde değil.
neydi? lostie'ler vardı. ıssız bir adada hayatta kalmaya çalışıyorlardı. bu adada 16 senedir mahsur kalmış fransız bir kadın vardı. bu kadının bizim için tek anlamı o kurtulamadığına göre bunların da kurtulma ihtimalinin bir hayli zayıf olmasıydı. adada başkaları vardı. ilkel ve vahşi olduğunu düşündüğümüz ada yerlileriydi bunlar. kendilerine has tuhaflıkları vardı. yaptıklarında sebep aramıyorduk çünkü onlar zaten ilkel ve vahşi olarak tanıtılmışlardı. lostie'lerimiz korkuyorlardı, kaçıyorlardı, yaşamaya çalışıyorlardı, aralarında birbirilerine aşık olanlar vardı filan. sonra ilk sezon bitti.
ikinci sezon süper başlamıştı. bir ambar bulunmuştu ve orada yaşayan, sonradan adının desmond olduğunu öğrendiğimiz, bir eleman vardı. ambar neye yarıyordu? bu adam kimdi, orada ne yapıyordu? kafamızda bu sorular dönerken sawyer, michael ve jin adanın yerlilerinden bir kısmıyla karşılaşmıştı. nihayet bu yerlilerle ilgili birşeyler öğrenebilecektik. ama o da ne? onlar yerlilerden değillerdi, onlar tailies'diler. yani aynı uçağın kuyruk tarafındaki yolculardı. yerliler onların canını daha çok yakmıştı. kimdi bu yerliler, ne istiyorlardı? lostie'lerimiz bu adadan nasıl kurtulacaklardı? sonradan heyecan seviyesinde bir azalma olsa da ikinci sezonu da heyecan içinde lostie'lerimizin kurtulma mücadelesini izleyerek bitirdik.
ve üçüncü sezon başladı. üçüncü sezonun açılış sahnesi çok önemli çünkü hikayenin değişmeye başlaması bu sahneyle oluyor. bu sahne ilk kırılma noktasıydı. fonda çalan "downtown" adlı parça ile lostie'lerimizin "others" adını verdiği topluluğun yaşadığı yerleri ve yaşayış şekillerini gördük. vahşi ve ilkel sandığımız bu insanların bir medeniyetleri vardı. küçük ve sevimli evlerde yaşıyor, son derece normal giyiniyor ve kitaplar üzerine sohbet ediyorlardı. evet, ada ıssız bir ada değildi. burada bir medeniyet vardı ama bu medeniyet kaza sonucu adaya düşen bir grup insana yardım etmemişti. ve hikaye değişti.
lostie'ler vardı. lostie'lerden büyük others vardı. others'ın başında benjamin linus bulunuyordu. bir jacob'tan bahsediliyordu. görünüşe göre benjamin'den büyük jacob vardı. ama jacob diye biri gerçekte var olmayabilir, bu benjamin'in uydurduğu bir yalan olabilirdi. jacob-benjamin-others hiyerarşisinde nereye koyacağımızı bilemediğimiz bir richard alpert vardı. sonradan bu adamın yaşlanmadığını öğrenecektik. benjamin'in bir düşmanı vardı. ismi charles widmore'du. adayı ele geçirmek için herşeyi yapabileceğe benziyordu. benjamin de kuşkusuz adayı korumak için herşeyi yapacaktı. bu iki çok güçlü adam arasında ciddi bir savaş olacağı kesindi. evet, esas adamlar bu ikisiydi. lostie'ler sadece bu savaşın içine düşmüş değersiz, zavallı insanlardı. hayatta kalıp kalmamaları artık önemli bile değildi çünkü dizinin konusu artık bu değildi; widmore ile linus'ın savaşıydı. widmore amacına ulaşmak için adaya bir gemi yollayıp, banjamin'in adanın yerini değiştirmesiyle sonuçlanan bir dizi olaya sebep oldu. bu da dizinin ikinci kırılma noktasıydı. o zamana kadar karaduman dahil dizideki pek çok garipliğin bir gün normal bir şekilde açıklanacağına dair genel beklenti, yerini bu dizinin konusunun fantastik öğelerden oluştuğunun idrakine bıraktı. kesin ve net olarak doğaüstü olayların konu edildiği bir dizi izlemekte olduğumuzu anlamıştık.
beşinci sezon, belki de bu gerçeği sindirebilmemiz için, sezon finalinden tam 9 ay sonra başladı. zaman yolculuğu işin içine girdi. sabit, değişken, "whatever happened, happened" diye diye beşinci sezon finaline geldik. bir de ne görelim? jacob diye biri gerçekten varmış. bu adam ölümsüzmüş, tanrı gibi bir şeymiş. lostie'lerimizin hayatlarının bir yerinde onlara temas etmiş. bu adamın onu bir gün öldürmeye kesin kararlı bir de düşmanı varmış. widmore olsun, benjamin olsun, hatta richard olsun, hepsi bu oyunda piyonmuş. yani aslında lostie'lerin hayatta kalıp kalmamalarının bir önemi olmadığı gibi, charles widmore-benjamin linus mücadelesinin de bir önemi yokmuş. aslolan beşinci sezon finalinin başında gösterilen bu iki adamın mücadelesiymiş. bunu öğrenmemiz de kuşkusuz lost'taki üçüncü kırılma noktasıydı.
ve beşinci sezon da bitti. bize bildiğimiz herşeyi unutmamız ve jacob-siyahlı eleman mücadelesine hazırlanmamız için bu sefer 10 ay verildi. altıncı sezonda bunlar da yalan çıkarsa şaşırmayacağım. tamam dizinin kurgusu süper, sürükleyiciliği şahane ama bu da can! her sezon sonunda "bildiğin herşeyi unut, aslında bunlar o kadar önemli değildi, bak asıl mevzu bu" duygusunu yaşatıyorlar. bilmiyorum, salak yerine konmaktan tek sıkılan ben miyim?..