iktidar iddiası vardı, Sınıf Bilinci vardı, Devrim Hedefi vardı, Cüret Vardı, ihtilalci Birlik ve Dayanışma Vardı, Feda Vardı.
"Devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır... Kurtuluş bayrağı, bu yolu tırmanan gerillaların birbirine iletmesi ile oligarşinin burcuna dikilecektir."
Bu sözlerin sahibinin, Mahir Çayan'ın yol göstericiliğinde engebeli, dolambaçlı ve sarp yollardan yürüyerek gelmişlerdi Kızıldere'ye.
Mahir'de somutlaşan Marksizm-Leninizm'in ışığıydı. Oraya kadar, o ışıkla gelmişlerdi ve oradan ileriye de o ışık altında yürüyeceklerdi.
Kuşatma altında karşılaştıkları "teslim ol!" çağrısına, Marksizm-Leninizm'in ışığında cevap vereceklerdi. Mesela, o çağrıya sadece bir "evet" veya "hayır" demekte değildi; evetse niye evet, hayırsa niye hayır? Bunun cevabı da Marksizm-Leninizm'deydi ve Mahir, o ışığın oradaki temsilcisi olan devrimci, Marksizm-Leninizm'in Türkiyeli ustasıydı.
Ne vardı Kızıldere'de ki; arandıkları o koşullarda, hareketin yöneticilerini, kadrolarını korumak yerine, oradaydılar?
Ne vardı Kızıldere'de ki, süreci "atlatmak" için mesela ricat kararı almak varken, oradaydılar?
Ne vardı Kızıldere'de ki, o bir cümlelik cevaplarıyla öleceklerdi orada?
Ne vardı Kızıldere'de?
iKTiDAR iDDiASI VARDI: Onlar, bir kopuşun temsilcisiydiler. O kopuş, iktidar iddiası taşımayan 50 yıllık reformizm ve revizyonizmden bir kopuştu. Parlamenterizmden kopuştu. ihtilalin yolu, partinin yoluydu, partinin yolu, kurtuluşun yoluydu ve o yol, politikleşmiş askeri savaş stratejisinden geçiyordu... 50 yıllık revizyonizme karşı yeni bir manifesto niteliği taşıyacak olan Kızıldere eyleminin arifesinde, hareket, şehir gerillasını yaratmış ve stratejik çizginin ikinci adımı olarak kır gerillasının yaratılması için çalışmalara başlamıştı. Sonra? Sonrası, gerilla ordusundan halk ordusuna geçişti; ve mevcut iktidarın alaşağı edilip. devrimci halk iktidarının kurulmasıydı. Kızıldere'ye giden yol, sadece bir köye değil, halkın devrimci iktidarına giden yoldu. Bu stratejik çizginin şekillenişi, koşullara göre değişebilir, yeni biçimler alabilirdi, fakat, o aşamada iktidar iddiasını somutlayacak olan silahlı mücadelede ısrardı. Kızıldere buydu.
SINIF BiLiNCi, DEVRiM HEDEFi VARDI: Orada, onlara teslim ol çağrısı yapılmasının anlamı, devletle, devletin yasalarını çiğneyen bir kaç kişinin alalade bir karşı karşıya gelişinden ibaret değildi. iki sınıf vardı orada karşı karşıya olan. Ve, bir taraf, devlet, karşısındakilere "teslim olun, silahlarınızı bırakın" çağrısını yapma hakkını kendinde ne kadar görüyorsa, karşıdakilerin, yani o kerpiç ev içindeki ihtilalcilerin de oligarşinin temsilcilerine, askerlerine teslim ol çağrısı yapmaya o kardar hakkı vardı. Bu meşruluk ve sınıf bilinciydi. "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik" cevabının ideolojik açıklaması, buydu.
Kavganın en önünde, halkın öncüsü olmanın bilinci ve sorumluluğuyla oradaydılar. Ezilen halkların kurtuluşunun devrimden geçeceğini bilerek gelmişlerdi. Denizler'in idamını engellemenin yolunun, güçlü, eylemlerle olacağını bilerek gelmişlerdi Kızıldere'ye. Denizler'in idamı ise DEVRiMiN PRESTiJi meselesiydi. Türkiye halklarında, devrime dair bir ihtilalci kıpırdanış ve umut yaratmışlardı, o uyanışın öldürülmesine izin vermemeliydiler. Cuntanın terörü karşısında geri çekilmek, iktidar iddiasından da, devrim hedefinden de vazgeçmek demekti. iddiayı ve hedefi sürdürmeliydiler; çünkü Türkiye halklarının DEVRiMDEN başka kurtuluşu yoktu. Bunu söylemişlerdi yıllardır ve buna uygun davranmalıydılar.
Kurtuluşun yolu devrimden, devrimin yolu da anti-emperyalist anti-oligarşik bir savaştan geçecekti. Bu kadar yalın, bu kadar saftı işte doğrular. Yıllardır devrim devrim diyerek devrim yolundan fersah fersah uzak düşenleri geride bırakırken, ON'lar, doğru bildikleri yoldan milim şaşmadan Kızıldere'ye yürüdüler..
Türkiyeli devrimcilerin devrim iddiasını sürdürebilmeleri, çok uzun bir süre boyunca, o gün onların ne yapacağıyla belirlenecekti. O hedefe, devrim hedefine gözlerini dikip geldiler Kızıldere'ye. Kızıldere devrimin ta kendisi olacaktı birkaç gün içinde.
CÜRET VARDI: 12 Mart'ın hemen her kesimi sarstığı, korkuların giderek arttığı; cuntanın başbakan atadığı Nihat Erim'in "Balyoz Harekatı" sonrası soldan da yılgınlık ve umutsuzluk sözlerinin duyulmaya başlandığı koşullarda, silahlı mücadeleyi yükseltme cüretini göstermenin onuru da ON'larındı. Bu cüret ve kararlılık, ideolojik netlikten, ülke tahlilindeki isabetten, strateji ve taktiklerdeki ustalıktan geliyordu. Bu cüret ve kararlılık, devrime olan sonsuz inançtan geliyordu.
Yapılacak şey hiçbir tereddüte yer bırakmayacak kadar sadeydi. Devrimci Hareket Denizler'in idamını engellemek için, harekete geçmeliydi; ne pahasına olursa olsun!
Emperyalizme ve oligarşiye karşı savaş açmak, anti-emperyalist mücadele bayrağını dalgalandırmak, bir cüretti. Bunu 12 Mart koşulları altında yapmak ayrı bir cüreti daha gerektiriyordu. Ve onlar, cüretin daha fazlası gerekseydi, daha fazlasına da sahiptiler. işte bu cüret vardı topyekün Kızıldere'de.
Ünye Radar Üssü'nde görevli ingiliz teknisyenlerin kaçırılmasının ardından yayınlanan bildirideki cüret ve kararlılık, Mahirlerin kendilerine olan güvenlerini de ortaya koyuyordu: "Türkiye Cumhuriyet Cumhurbaşkanlığı, Parlamentosu ve Hükümetine! 1972'nin Türkiye'sinde tek bir yurtseverin, öncü savaşçının oligarşinin ipiyle hayatına son verilmek istenirse, bu ingiliz ajanları da halkın devrimci öncülerinin kurşunlarıyla yok olacaklardır." (Adalıların Türküsü, Boran Yayınları)
`
iHTiLALCi BiRLiK VE DAYANIŞMA VARDI`: Maltepe Askeri Hapishanesi'nden THKO savaşçılarıyla birlikte firar edilmesinin altında yatanı görmek, bu devrimci dayanışmayı kavramak, yüreklerimizde yanan devrimci ateşi büyütecek, daha güçlü kılacaktır. Devrimci olmak, gerektiğinde siper yoldaşına da siper olmak, onun uğruna ölümü seve seve kabul etmek değil midir zaten? Mahirler, bu geleneği de yarattılar Kızıldere'de... Kızıldere'deki devrimci dayanışmanın tarihsel önemini, bugün küçük hesaplarla kirlenen/kirletilen devrimci değerlere baktığımızda daha açık görebiliriz. Grupçuluğun devrimin çıkarları ve gerekleri karşısında ezilmesidir Kızıldere. ihtilal için omuz omuza verebilmenin adıdır.
`
FEDA VARDI`: Hiç kuşku yok ki, Mahirler, Kızıldere'ye gelirken devrimciliğin bedellerini çok iyi biliyorlardı. Bu bedeli ödemeye çoktan gönüllü olmuşlardı zaten. Kızıldere'nin ruhunda o yüzden feda da vardı. Halkları ve vatanları için canlarını gözlerini bile kırpmadan verecek olan ON'lar, feda geleneğininin de yaratıcısı olacaklardı orada.
Kızıldere'yi yıllar yılı, intiharla, maceracılıkla, çaresizlikle açıklamaya çalışanların yüreklerinin kenarından bile geçmeyen büyüklükte bir feda duygusuydu bu. Bilinçli, belli bir hedefe yöneltilmiş bir feda; halk için, vatan için, devrim için, sosyalizm için feda!
YENi GELENEKLERiN TOHUMLARI VARDI: Hareketin, Kızıldere'nin önderi, Kızıldere'den çok önce diyordu ki: "Karşı-devrimin saldırılarına Türkiye'de silahlı direniş hiç olmamıştır; bunu biz başlatmalıyız. Bir direniş geleneği yaratmalıyız. Bu direnişte bizim çoğumuz, belki de hepimiz ölebiliriz ama gelecek kuşaklara bir direniş geleneği bırakırız..." (Mahir, Turhan Feyizoğlu, syf. 258)
Yalnız fedanın değil, her koşulda direnme ve teslim olmama geleneğini de yaratacak olan inancın sözleriydi bunlar. 12 Mart darbesi arifesindeki bu sözler, 30 Mart 1972'de vücut bulacak, Türkiye devrim mücadelesinde devrimcilere yol gösterecek öğretilerden biri olarak bugünlere gelecekti.
KIZILDERE'DE BiR TEK ŞEY YOKTU; TESLiMiYET! Kızıldere'de çok şey vardı yarınlara kalacak olan... Devrim ve sosyalizm inancı, coşku, devrimci dayanışma, cüret, cesaret, kararlılık, feda, iktidar iddiası, devrim hedefi... Ve fakat dediğimiz gibi tek bir şey yoktu: Teslimiyet. "Biz buraya dönmeye değil, ölmeye geldik!" diyenlerin dağarcığında böyle bir kelime hiç olmamıştı zaten...