Bütün deliller benim suçlu olduğuma işaret ediyordu, ben ise suçlu olmadığımdan adım gibi emindim.
Kötü bir çocukluk ve kötü bir yetişkinliğe hazırlık döneminin ardından başladım tam anlamıyla yaşamaya. Sadece nefret etmeye fırsat bulabilmiştim belki ama birini öldürmek asla geçmemişti aklımdan, asla da geçmezdi zaten. Tek amacım bana verilen bu boktan yaşamı elimden geldiğince iyileştirip bu emaneti sahibine teslim etmekti.
Gece boyunca yürümüştüm sokakları. Çok akıllı olduğumu düşünmemiştim hiçbir zaman ama çok da aptal değildim sanırım. Evimin üç veya dört sokak uzağında gördüm ceseti. Yaklaştım. Filmlerden gördüğüm birkaç numara sayesinde adamın yaşayıp yaşamadığına ilişkin bir bilgi edindim. Ölmüştü adam. Bıçak darbeleriyle. Onlarca.
Polisin gelmesi uzun zaman almadı.
Gözaltında buldum kendimi. Refahımızı sağlayan polis amcalarımız beni arabaya tıkıp karakola getirdikten sonra hemen başladılar soruları sormaya. "Ne işiniz vardı orda"? sorusu geldi tabii ki. Ne diyebilirdim ki gerçekten başka. "Evime gidiyordum."
Görgü tanıkları bulunmuş, bıçak üzerinde parmak izlerim bulunmuş, kurbanla pek dostça olmayan geçmişim bulunmuş, evimin o civarlarda olmadığı bilgisi bulunmuş. Tutuklandım. Anlamıyordum. Ben evime gidiyordum. Her zaman arkadaşım olan sokakları kullanarak evime gidiyordum yalnızca. Yerde bir ceset görüp de öylece devam mı etseydim yürümeye? Cevap veremedim kendime.
Mahkeme sürecini hiç anlatmayacağım. Bir oyun gibi olduğunu bilin yeterli. Mahkemede herkes oyuncu gibiydi. Bana yapılan bir şaka gibiydi. O kadar suçluydum ki...
Müebbet hapis cezası...
Sonsuz...
Tek ilacım ölümdü.
Hapishane hücremde beni sonsuz yıllar bekliyordu. Düşünmeye fırsat bulması insanın... Hiçbir zaman düşünmeye fırsatım olmamıştı. Artık sadece düşüncelerim olacaktı. Etrafımda üç duvar, bir de demir parmaklıklar vardı.
Bazen hücreden büyükmüşüm gibi hissediyordum. Sığamıyordum hücreye. Bir tek o zamanlar kaçmayı düşünmüştüm. Ben de az film izlememiştim tahmin edersiniz. Hapishaneden kaçmak hiç de zor bir şey değildi.
Yıllar geçirdim kendimle. Günlerden bir gün o geldi.
Ziyaretçiniz var dendi bana. Hiç arkadaşım yoktu, hiçbir akrabam yoktu. Yalnızdım anlayacağınız. Bir yerden yanlışlıkla dünyaya düşmüş bir yaratık gibiydim ben. Kim olabilirdi bu gelen?
Ziyaretçimi gördüğümde gözlerime inanamamamın nedeni gerçekten haklı bir nedendi. Ziyaretime gelen kişi, öldürdüğüm iddia edilen, bıçakladığım iddia edilen, "öldüğü" tescillenen sözde kurbanımdı. Ne soracak bir soru bulabildim, ne sarfedebilecek bir kelime. Bu hayatımda en çok beklediğim, ancak asla ulaşamayacağımı bildiğim bir yüzleşmeydi. Çok hazırlıksız yakalanmıştım. Sordum kendime. Ben bu adamı şimdi öldürmek istiyor muyum diye. Hayır cevabını vermeme kendim bile şaşırdım.
Bana bakıp yalnızca sırıtan ve tek bir kelime bile etmeyen bu ziyaretçime olan öfkem gittikçe büyüdü ve kendimi gardiyanlara yaşadıklarımı gördüklerimi anlatmaya çalışırken ve bu esnada tabii ki bağırırken buldum. Sakinleştirdiler beni. istemsiz bir sakinleştirme yöntemiyle.
O günden sonra karar verdim, bütün insanları cezalandırmanın bir yolu mutlaka olmalıydı. Beni buraya işbirliği yaparak insanlar tıkmıştı. Herkesin bunda payı vardı, hakkı yoktu.
O günün akşamı farkettim demir parmaklıkların iki yüzü olduğunu...
Hücrem gitgide büyümeye başladı. Madem dışarı çıkamıyordum. içerisini güzelleştirmeliydim. "Dışarı" kavramını değiştirmeliydim zihnimde.
Demir parmaklıkların iki yüzü vardı.
Hücrem büyümeye devam etti. iğrenç gri tonundaki rengi değişti duvarların. Nasıl istersem öyleydi artık içerisi.
Her şeyi kaybettiğim hayatımda en çok arzulanan şey olan mutluluğu bulmanın anahtarının parmağımı bile kıpırdatmadan, bedenimin içinde bulmuştum. Geriye işlemek kalmıştı sadece bu madeni.
Yeni evlenmiş bir çift gibi döşüyordum hücremi. Ne istersem onu görüyordum içerde, ne ararsam onu buluyordum. Beni kısıtladıkları dünya büyüyordu. ilk önce diğer koğuşlardaki diğer suçluların ilgisini çekmişti bu garip değişim. Anlamıyorlardı. Bir dünya yaratıyordum kendime yeni baştan. Beni bu dünyanın dışına atmadıklarına pişman olmaları gerekecekti. Bir rekabetti benimkisi, şimdilik platonik bir rekabet.
Demir parmaklıklar ikiyüzlüydüler.
Hangimiz içerideydik?Hangimiz dışarıdaydık? Hangi dünya arzulanan dünyaydı?
Büyümeye devam etti dünyam. Bir ailem oldu. Bir milletim oldu. Büyüyen dünyam içerisinde ben de büyüdüm. Sokaklarımda mutluluk dışında her şey yasaktı. Temizdi. Tertemizdi. Temizden daha temizdi.
işte bu noktada başladı bana ait olana yönelik tacizler. Gardiyanlar gece biz uyurken hücreme girmişlerdi. Ertesi gün ölü bulundular hücremde. ikisi de boğularak öldürülmüştü. Bu olaydan sonra nasıl işkencelere maruz kaldığımı anlatıp da zamanınızı almayacağım. Sadece ölümlerin bu kadarla kalmadığını söylemek isterim.
Dünyamdan içeri giren ölüyordu. Ben kimseyi öldürmüyordum. Eğittiğim dünyam öldürüyordu.
Benimle baş edemeyeceklerini anladılar. Bir orduyla geldiler bu sefer. içeri girdiler. Ordunun yarısını yok etmeyi başardım. Diğer yarısı beni ele geçirdi. Dünyamı yağmaladılar. idam edilmem uzun sürmedi.
Öldükten sonra yaşama inanmıyordum hiçbir zaman, öldükten sonra da devam ettim ölümden önceki yaşama inanmaya.
Evime gidiyordum günlerden bir gün yine. Elimde bir bıçak istedim. Elde ettim. Dünya benim nasıl olsa. Bir adam istedim sokağın ilerisinde. Suçlu. Defalarca bıçakladım onu. Dünya benim nasıl olsa. Defalarca öldürdüm aynı adamı. Defalarca idam edildim. Defalarca ağladım. Defalarca güldüm. Ama her seferinde düşündüm. Her seferinde ölçtüm, biçtim tarttım.
Demir parmaklıkların iki yüzü vardır farkettiniz mi? Bir yüzü içerdeki mahkuma, diğer yüzü dışardaki masuma.
Bu hikayeyi nereden anlattığımı hiçbir zaman öğrenemeyeceksiniz.