Sayara: intikam Meleği yalnızca bir şiddet ve intikam hikâyesi değildir; Türkiye’de adaletin sermaye ve iktidar karşısında nasıl çürüdüğünü, kadın bedeninin nasıl sürekli sömürüye ve tahakküme maruz bırakıldığını çarpıcı bir biçimde gösterir. Ablasının ölümü “intihar” diye kapatılan Sayara, aslında toplumun susturulmuş kadınlarının, ezilmiş göçmenlerin ve yok sayılmış yoksulların öfkesini sırtlanır. Tecavüzcüler yalnızca bir grup erkek değil; devletin, sınıfın ve patriyarkanın bütün ayrıcalıklarını temsil eden bir kasttır. Milletvekili babanın devreye girmesiyle dosyanın kapanması, hukuk sisteminin sermaye sahipleri ve iktidar odakları karşısında nasıl işlevsiz olduğunu anlatır.
Sol perspektiften bakıldığında, filmdeki gore ve şiddet sahneleri salt bir seyirlik değil, düzenin kanlı yüzünün sembolüdür. Bu kan, yalnızca kurbanların değil, tüm toplumun üzerine sıçramıştır. Sayara’nın tek tek fail erkekleri avlaması, bir “bireysel adalet yanılsaması” değil, devletin ve sistemin işlemediği yerde halkın kendi hukukunu yaratmasının metaforudur. Bu yönüyle film, Marx’ın “adalet mülkün temeli değil, mülkiyetin adaletin katili olduğu” tespitini sinema diliyle yeniden hatırlatır.
Sayara, göçmen bir işçi kadının öfkesinden doğmuş “intikam meleği”dir. Onun yumrukları, bıçakları ve kanlı adaleti; suskunluğun, çaresizliğin ve çürümüş sistemin karşısında ezilenlerin haykırışıdır. Film, düzenin yargısı işlemiyorsa, kadınların ve emekçilerin kendi hesaplarını sorabileceğini kanla yazılmış bir masal gibi anlatır. Ve belki de bu yüzden asıl korkunç olan şey, parçalanan bedenler değil, toplumun vicdanındaki adalet boşluğudur.