Claire irkilerek uyandı, kalbi sanki çok yüksekten düşmüş gibi çarpıyordu. Uçak kabini karanlıktı, tek ışık tepedeki çıkış işaretlerinin loş parıltısından geliyordu. Gözlerini kırpıştırdı, uykunun sersemliğinden kurtulmaya çalışıyordu. Bir şeyler yanlıştı.
Sessizlik ilk fark ettiği şeydi. Motorların uğultusu yok, koltuklarında yer değiştiren yolcuların mırıltısı yok, nefes almanın beyaz gürültüsü bile yok. Sadece... hiç. Hava kalındı ve ıslak bir battaniye gibi cildine baskı yapıyordu.
Yanındaki adama döndü. Başı öne doğru eğildi, çenesi göğsüne dayandı. Uzandı, koluna dokundu. Hava soğuktu. Çok soğuk.
"Affedersiniz," diye fısıldadı, omzunu nazikçe sallayarak.
Yanıt yok.
Claire daha da yaklaştı, burnu neredeyse boynunu okşuyordu. işte o zaman onu gördü - yakasının altına yayılan ince bir siyah çizgi. Kağıda sızan mürekkep gibi. Geri çekildi, nefesi boğazına takıldı.
Sonra sessizliği fark etti. Her yolcu aynı pozisyondaydı: başları aşağı, hareketsiz. Çok hareketsiz.
Koridorun karşısındaki kadına uzanırken parmakları titriyordu. Kadının teni solgundu, neredeyse yarı saydamdı ve altında...
Kadının göğsü aniden, keskin bir şekilde, sanki fişe takılmış gibi yükseldi. Parmakları seğirdi, sonra kol dayanağının etrafına kıvrıldı. Parmak uçlarının altındaki plastik... eritmek.
Claire tökezleyerek koltuğuna geri döndü, nabzı kulaklarında kükrüyordu. Kendi ellerine baktı - onlar hala insandı. Hala onun.
Kabinde bir kahkaha yankılandı. Düşük, ıslak ve yanlış. Claire'in kafası koptu. Koridorda bir uçuş görevlisi durdu, gülümsemesi yüzüne göre çok genişti.
"Rahatla," dedi görevli, sesi ayaklarının altındaki çakıl gibiydi. "Neredeyse evdeyiz."
Claire çığlık atmak için ağzını açtı ama uçak yalpaladı ve aniden hareket edemedi. Kollarını kolçaklara bastırdı, parmakları kumaşa battı...