Bugün eski bir yöneticimle görüştüm, yaklaşık 2 ay kadar önce Muğla'ya yerleşmişti.
Kendisi 50 küsür yaşlarında, uzun yıllar önce çok aşık olduğu adamla kötü bir evlilik geçirmiş ve yarası çok zor geçmiş, hep anne olmayı ve güzel bir yuva kurmayı istemiş ama kısmet olmamış, bu konuya inanılmaz üzgün, yalnız bir kadın. Muğla'da da kimsesi yok, ailesi farklı bir ilde, kardeşleriyle arası bozuk, çok sevdiği babasını da yıllar önce kanserden kaybetmiş, hayatı çok büyük duygusal zorluklarla geçmiş, psikolojik olarak çok yıpranmış, ama evlenene kadarki süreçte çok çılgın gençlik anıları olan, hayat enerjisi inanılmaz yüksek, acayip renkli, neşeli bir kişilik.
Hazır buraya kadar gelmişken aradım, görüşmek istediğimi söyledim, o kadar mutlu oldu ki, küçük bir çocuk gibi.
Hemen sabahına arabasına atlayıp beni kaldığım yerden aldı.
"Hadi, biraz gezelim, görmek istediğim yerler var, tek başıma canım gitmek istemiyor, birlikte gezelim."dedi.
Birlikte çok güzel bir gün geçirdik.
Gün sonunda otobüsümü beklerken yemek yedik, sohbet ediyoruz.
Sohbetin tam ortasında bir anda bana "yaşamak, hayat çok güzel bir şey ya."dedi, şaşırdım.
'ben pek sevmiyorum.' diye çıkıverdi ağzımdan, gözleri büyüdü.
"Ama sevmiyor olsaydın bu kadar çok gezmezdin. Baksana tek başına tatile bile çıkmışsın, üstüne çok korktuğun bir şeyi deneyimlemişsin ve keyifle anlatıyorsun, bir sürü de gezmişsin tek başına olmana rağmen. Hayatı sevmeyen biri bunları yapmaz."dedi.
Güldüm.
'Hayata alışmaya, hayatta kalmaya çalışıyorum aslında.' dedim.
Sonra neyse ki uzatmadı konuyu daha fazla.
Aslında bu kadar basit.
Alışmaya çalışıyorum.
31 senedir alışamayıp da hâlâ alışmaya çalışmak da çok enteresan gerçi.
Sonra gözüm koluma, sevgili Sisyphus'a ilişti. Ve aklıma Camus amcamızın söyledikleri geldi.
Özetle;
Hayat ve yaşamaya çalışmak zaten bir saçmalık, e zaten sonunda da ölüp gideceksin. Saçmalığa da saçmalıkla cevap vererek başkaldır ve yaşamaya çalış. Gerçek başkaldırı intihar değil, yaşamaktır.