nadiren uğradığım semtte dört köşe ufacık bir dükkân... yerde tuz ruhu ile temizlenmiş sarı, dört köşe taşlar... ufak, yuvarlak, kırmızıya boyanmış masalar... etrafında arkalıklı hasır iskemleler... sağda bir tezgâh...
saçsız ve yüzü kırışık, takribi 65 yıllık bir adam...
-buyrun.
boş masalardan birine geçtim. bir kahve ısmarlayarak etrafıma göz gezdirdim:
içerde beş kişi var...
ikisi tezgâhın yanı başındaki peykede bağdaş kurmuş oturuyor. biri şişman, öteki kupkuru... üstü başı dağınık, mekansız kimse gibiler.
üçüncü, uzak bir köşede, yüzüne çarşaf gibi gerdiği gazetesine dalmış.
öbür ikisi de ta orta yerde, tavana asılı petrol lambasının altında kafa kafaya vermiş derin konuşma içersinde.
içeride sessizliği boğan bir sessizlik!
cebimden kâğıtlarımı, kalemimi çıkardım. masanın üstüne yaydım. kalemi hemen yazıya başlayacakmışım gibi kâğıdın üst başına götürerek düşünmeye koyuldum.
...