Artık anladın, değil mi; en temiz dokunuşları, sımsıkı nefesini kesen sarılışları, bir parmaktaki kesiği diğerlerine de sıçratan büyüyü, paylaşılan sessizliği, sessizlikteki gürültüyü, salya sümük tebessümleri ve o bir çift bakışı, bakıştaki huzuru, sevişmeleri, sarmaş dolaş uykuları, o uyurken onu okşamaları, en dost kahkahaları ve en dost kahkahaların ortasına bir bıçak gibi saplanışları, dost omuzlarda sessizce ağlamaları ararken şimdi neredeler diye; yıkamak için yüzünü eğildiğin lavabonun önündeki aynada kafanı kaldırınca sağ omzunun üzerinden mor gözlerine biraz sitemkar, biraz alaycı ve megolamanca bakan, uzunca bir koşuşturmadan bir gün ellerinin en değersiz gördükleri herhangi bir kısmıyla seni boşluğa bırakacaklara yeterince "amaç" kazandırdıktan sonra evinin kapısını açtığında içeriye senden önce giren, alışkanlıktan olsa gerek gece uykunun arasında sen de o da uykuda da olsa, tenini ve de terini, terinin kokusunu hissedebilmek için pikenin altından çıkartıp yanı başında duran boşluğa uzatıp, boşlukta öylece kalan kolunun üşümemesi için her zamanki sessizliğinde onu örten, umursamaz, serinkanlı, donuk, soğuk, sessiz, sakin, ağır, sadık, zeki ve katil yalnızlığının bir ömür boyu seninle beraber yürüyeceğini...