kimi cümleler vardır, o an için kullanmamız elzemdir, tam o içinde bulunduğunuz durumu anlatıyordur çünkü ama “şimdi bunu söylersem çok klişe bir cevap olacak.” dersiniz içinizden ve söylemezsiniz. aslında bu tarz cümleler klişe değil, klasiktir. bu kitap da öyle işte. kafka'nın mevcutta çok şey anlatan bir dolu eseri var. bu eserler de en sığından tutun da en birikimlisine kadar okunan eserler. milena'ya mektuplar aşk temasını o denli güzel yansıtmış ki, okurken bir an “acaba özel hayatlarını okuyor olmam etik mi, doğru mu?” sorusunu sordurdu bana ama elden bırakmak mümkün değil, tam baş ucu kitabı. kitap, içerisinde aşık olmuş bir insanı uysallaştıracak bir çok cümle barındırıyor.
örneğin;
“bazen sanki karşılıklı iki kapısı olan bir odadaymışız gibi hissediyorum, ikimiz de kendi kapı kolumuzu tutuyoruz ve birimizin göz kırpmasıyla diğeri hemen kendi kapısının arkasına geçmiş oluyor bile. hele birisi diğerine söz söyleyecek olsa, diğeri kapıyı kapatmış ve çoktan gözden kaybolmuş oluyor. birisi kapıyı tekrar açmak durumunda, çünkü bu kimsenin terk edemeyeceği bir oda. birincisi diğerine benzemese bu kadar, sakin olabilse, diğeriyle ilgilenmiyormuş gibi davransa, o zaman odada yavaş yavaş düzeni sağlayacak. ama bunun yerine o kapıda aynı şeyleri tekrar etmeyi sürdürüyor, hatta her ikisi de bazen aynı anda kapının arkasında duruyor ve güzelim oda boş kalıyor.”
“tanıdığınız birisine rastladığınızda ansızın “2x2 kaç eder?” diye sorarsanız, bu akıl hastalarına yönelik bir soru olur ama diğer yandan aynı soru ilkokula giden birisi için de yerinde bir sorudur. milena benim size sorumda hem akıl hastanesi hem ilkokul olmak üzere her iki unsur da var.”
“sanki bir hafta boyunca bir çiviyi kayaya çakmakla görevlendirilmişim, üstelik hem çivi hem çiviyi çakan benim milena.”
“seni hiç görmesem bile bana aitsin.”
“tek bir kelime bile yeterli, fakat bu öyle bir kelime olsun ki pazartesi günki mektubunuzdaki sitemleri yok etsin ve mektubu okunacak bir hale getirsin.”
“başıma konan bu talih kuşu nedeniyle korkmuşken nasıl uyuyabilirim ki? çelimsiz çocuklar olarak anlatılan peygamberlerin duyduğu korkudur bu (uzun zamandır ve hala süren), kendilerine seslenen sesi duyar fakat ürkerler, gitmeye gönülsüzdürler, ayak sürürler, beyinlerini ağrıtan bir korkuya kapılırlar, daha önce de sesler duydukları doğrudur ama bu sesteki korkutucu çınlamanın kaynağının onların kulaklarının zayıflığından mı yoksa sesin kudretinden mi olduğunu bilemezler, çocuk oldukları için sesin onları yendiğinin ve bu korku nedeniyle sesin onlardan kökleştiğinin farkına varamazlar. fakat bir çok kişinin ses duyması sebebiyle bu onların peygamber olduğu anlamına gelmez, dürüst olmak gerekirse peygamberliği hak edip etmedikleri bile şüphelidir.”
“yeryüzünün bu kısa geceleri o sonsuz geceyle ilgili insana fazlasıyla korku veriyor.”
“mektubumuzun da dikenleri var elbette, vücuduma batan ve senin yönettiğin dikenler.”
ve içimi en çok acıtan sözlerden biri ise;
“hepsi bu. daha başka bir şey söylemeye cesaret edemiyorum, bu söylediklerim bile fazla, havadaki hayaletler onları doymak bilmez iştahlarıyla gırtlaklarından aşağıya yuvarlıyor. ve sen de zaten mektubunda bundan çok daha azını anlatıyorsun. genel durum iyi mi, katlanılır gibi mi? çözme imkânım yok. elbette, insan kendininkini bile çözemiyor, tıpkı ‘korku’ gibi.”