Biriyle buluştuk birgün. Bir mekana gidip oturduk, kahve içtik. Birkac yüzeysel laf salatasindan sonra ben intihar edeceğim dedi. Tamam dedim. Sen neden etmiyorsun dedi. Sen neden ediyorsun dedim. Zaten eninde sonunda öleceğiz dedi, ben biraz erkene alıyorum sadece...Neden erkene alıyorsun, yaşa git işte dedim. Saçmalama dedi, haftanın altı günü günde on saat fabrikada dünyanın en aşağılık insanlarıyla beraber hayvan gibi calisiyorum. Sabah sekizde mesai başlıyor, ben altıda uyanıp yola koyuluyorum, aksam altıda bitiyor ve ben ancak sekizde evde olabiliyorum. Bir seyler yiyip hemen uyuyorum, çünkü cok yorgun oluyorum. Ve bunca şeyin karşılığında asgari ücret alıyorum ki o da ancak kira fatura ve bimden yapılan gıda alışverişine gidiyor. Bana hiç para kalmıyor, param olmadığı için de hâliyle yalnızım. Yani senin anlayacağın, çalışmak için yaşıyor, yaşamak için çalışıyorum diyeceğim de, benim ki yaşamak değil, sadece hayatta kalmaya cabalamak. Yani hayatta kalabilmek için hayvan gibi calisiyorum ve artık çok yoruldum...
Çok şaşırmıştım ve söylediği şeyler aşırı mantıklı gelmişti. Daha önce bir yabancıdan boylesi net bir hesaplaşma duymamistim. Konuyu dağıtmak için, hiç mi sevdiğin, seni hayata bağlayacak bir seyler yok dedim. Var ama ne zamanım ne de param var onlarla uğraşmak için dedi. Haklıydı...Üzüldüm senin adına dedim, üzülme sen de öleceksin zaman su gibi akıp gidiyor. Üstelik elli yaşından sonra herşey cok daha tatsız, renksiz ve zor olacak, eşyanın tabiiati bu, beden eskidikçe hayat daha da boktanlasiyor dedi. Eğer kendini saglama alacak birikimin ya da atadan dededen kalma bir paran yoksa, eğer yaşamak için çalışmak zorundaysan, yaşlandıkça işler iyice karışıyor dedi. Karşımda oturan ve boktan bir sözlükte tanıştığım bu zat, ki hay tanışmaz olaydım, resmen içimi katrankarasi ziftle sıvamış, konuştuğu ve yüzüme seri tokatlar gibi vuran muhabbetiyle beni mahvetmişti...to be devam..