Bir diğer konuşmasında ise yine Adalet Bakanlarından Malatya Alevisi vatandaşımız Seyfi Oktay'dan benzer sözlerle bahsetmiştir kendisi;
"1991 yılında MHP-IDP-Refah ittifakı olmuş, öbür tarafta da SHP-DEP ittifakı olmuş.
Seçimlere beraber girmişler SHP ile DEP, Leyla Zanagil...
Onlar da böyle bir ittifak yapmış gelmişler meclise.
Biz meydanlarda demişiz ki 'SHP'ye verilecek her oy PKK'ya verilecek sayılır. Çünkü onları meclise sokacak.' demişiz...
Sonra meclise gitmişiz, orada SHP-DEP koalisyonu olmuş, içinde de HEP'liler var...
Bu koalisyonun desteklenmesi istendiği zaman, yine ben demişim ki 'Meydanlarda SHP'ye verilen her oy PKK'ya verilmiş sayılır' demişim, şimdi meclise gelip onlara oy verirsem, bu millete yalan söylemiş olurum...
Adeta, çok özür dileyerek söylüyorum, çalı dibine yıkılıp namusu kirletilmiş birisi gibi sayarım kendimi, ben inanmadığım bir şeyi yapmam demişim ve yapmamışım ama sonuçta bir şey daha söylemişim;
'Eğer bu zihniyetin eline Adalet Bakanlığını verirseniz, 30 yıl bunu düzeltemezsiniz' demişim...
Nitekim Adalet Bakanlığı o zihniyetin eline verilmiş, 30 yıl beklemeye gerek kalmadan, 3 yıl sonra, 3 yıl sonra hatırlayın, devlet kendi cezaevine tankla girmek zorunda kalmıştır, cezaevlerini yıkarak teslim alabilmiştir...
Hatırlayın ve o zihniyetin başındaki bakan '3.000 kadro aldım, 2.500'ünü örgütüme kullandım, yani Türklere mi kullanacaktım?' demiştir. Hatırlıyor musunuz?
işte o zaman ben dedim ki, 'Gelin bunu düşürelim' ama maalesef o da diyordu ki 'MHP'lilere mi verelim yani bu kadroları?' ama maalesef değerli arkadaşlarımız onları o değerli koltukta hala oturtmuşlardır...
Ama yeri ve zamanı geldi, 8 milletvekilimle elime bir fırsat geçti, ben meclisin lojmanlarında PKK artıklarını koruyan, saklayan, işte o '3.000 kadro aldım, 2.500'ünü örgütüme kullandım' diyenleri iktidardan düşürdüm, mevcutun içerisinde en az zararlı olduğuna inandığım biri iktidarı getirdim.
Benim imkanım bu kadardı...
Ama o iktidarı da 28 şubat geldi, dayattı, aldı götürdü. Benim getirme imkanım vardı, yaşatma imkanım yoktu.
Ama karşılaştığımız öyle bir kritik ortamda da, hepinizin hatırlayacağı bir şeyi söylemek istiyorum, herkes bir şeyler söylüyordu, biri diyordu ki 'Koskoca tanklarda mı kendinizi görüyorsunuz?' diyordu, biri diyordu ki 'Askerler en çok beni istiyor' diyordu, öteki diyordu ki "Hayır askerler en çok beni istiyor" diyordu...
Böyle bir yarışa girmişlerdi ama bir tarafta da Türkiye içinden içinden kaynıyordu, demokrasiye, milli iradeye tecavüz ediliyordu. Öyle bir ortamda ben ne dedim arkadaşlar?
'Türkiye iran olmaz, Cezayir olmayacak, Suriye yapılmasına da biz müsaade etmeyeceğiz' dedim.
Peki ben ne dedim? 'Bunların bu yalanlarına biz müsaade etmeyeceğiz' dedim..."
Bu arada iran, Cezayir, Suriye örneklerini anlamayanlar için söylemek gerekirse, kendisi iran derken tamamiyle Şii Mollaların yönetiminde olan ve kendi mezheplerinden olmayanın ezildiği bir ülkeye atıfta bulunuyor ve Türkiye'de bunların mezhepsel kolunun tehlikeli olduğu için söz hakkını almalarına izin verilmeyeceğini söylüyor kendisi...
Ayrıca Suriye derken de, genetiği bozuk Esad diktatörlüğünün halkın %18'inin mensup olduğu bir mezhebe tabi olmalarına rağmen, halkı katlederek sindiren ve yönetimi bu şekilde üstün bir mezhep faşizmi ile ellerinde tuttuğuna dikkat çekiyordu...