''Benim için her şey yazılmıştı. ben hiçbir seçim yapmadım. kendime bir şans tanımalıyım. kendimi bulmak için fırsat vermeliyim.
yaşamımı değiştirmek zorundayım. yoksa, bir kere bile yaşadığımı hissetmeden ölümü karşılamak zorunda kalacağım.''
ümitsizlik mengenesi cümleler,
bu düşüncelerin çoğumuzun aklından geçtiğini düşünüyorum.
rutine girmiş hayatlarımızdan çığlıklar saçılıyor etrafa, çıkmalıyım/kaçmalıyım/böyle yaşayamam'lı fikirlerle örülüyor zihnimiz.
heyecan bekliyoruz.,
mucizeler,
biri,
kurtarıcı...
karakterimiz bu noktada hipnoz ediliyor.
ne mi oluyor?
elindekileri bırakıp gidiyor, arzularının bir bir yıkıldığını, arzu edilen şeyin arzu ettiği gibi olmadığını görüyor. hayatının aslında o haliyle güzel olduğunu da görüyor.
psikanaliz açıdan kendini değerlendiren kahramanımız,
''söyleyebileceğim şey yalnızca, son iki yıl içinde yaşlanıyor olmanın, yani sizin deyişinizle- zamanın iştahının- beni korkuttuğu. buna karşı mücadele veriyordum ama kör dövüşü yapar gibi. asıl düşmana değil, karıma saldırdım ve sonunda ümitsizliğe kapılıp beni kurtaramayacak birinin kollarına atlayarak kurtulmayı bekledim.''
Uzun zaman tanıyarak okunması gereken yalom kitabının bana fısıldadıkları, çıkarımlarım;
takıntı yaptığımız, çok istediğimiz kişi veyahut şeyler aslında kendimizden kaçtıklarımızın saplantısı. onlar gerçek değil, zihnin asıl olana odaklanmamamız için bizi oyaladığı oyuncaklar. kolaya kaçıp başkalarını suçlamak yerine kendimizi dinleyip korkularımızla yüzleşebiliriz. yaşamımızı onarabilir daha yaşanır hale ısrarla kendimizle yüzleşerek getirebilirz. yazgımızı sevebiliriz. geçmişe dönmek mümkün olmadığı için, olanı sevebiliriz.