kanada günlükleri ni okumayan varsa google dan açıp okusunlar hemen. Yurt dışında yaşamanın cazipten cefaya dönme aşamalarını çok güzel anlatan eğlenceli bir yazıdır.
Benim de hikayem buna benzer.
ilk geldiğim ay şaşkınlıkla ve hayranlıkla bakıyordum etrafıma. Artık evden çıkmıyorum o ayrı mevzu.
Kurs ve üniversite vasıtasıyla bi sürü arkadaşım oldu. Afgan, japon, romen, polonyalı, italyan, taylandlı, vietnamlı.... içlerinde bi tane alman yok. Has alman bulmak gerçekten zor. Adamlar nazi olmasın da ne yapsın. Çaktırmadan işgal ediyoruz ülkeyi.
Peki bu kadar farklı millet nasıl anlaşıyor? Bayağı da güzel. Yani süper almanca konuşmaya gerek yok aslında, biz anlaşıyoruz. Ama hükümet için yeterli değil. Sana diyor ki bu dili, bir almandan daha iyi bileceksin. Verdikleri eğitimden çıkardığım sonuç bu.
Bizzat denedim. Oturduğum köyde ufak tefek alışverişimizi yaptığımız bir postane var. Evet postaneden yumurta, süt filan alıyorum. işleten kadın bir alman.
Kadına bir sürü şey sordum gramatikle ilgili. Aldığım cevaplar şunlar: was? Waaas? Was? Waaas?
Kıl tüy yün derken rüyalarını bile almanca görmeye başlıyorsun. Ve yabancılaşıyorsun her şeye.
Türk kanallarını izlemek için bir zımbırtı aldım geçen gün. Köy belgeseli arıyorum deli gibi. Kerpiç evleri, şalvarlı teyzeleri filan seyredip ağlıyorum hep. Yeni rahatlama yöntemim bu.
Çok büyütmeyin gözünüzde avrupa' yı. Buralarda ruh yok...