yemeğimizi yerken dışarıda deli gibi yağan yağmura bakıyorduk. içeri doğru gelmiyordu ama soğuğu içeriye doluyordu. mağara kuru olduğu için biraz olsa da ısısı iyidi. esnemelerinden anladığım kadarıyla yolculuk onun için çok fazla yorucu olmaya başlamıştı.
gülerek kalk hadi ayakta uyuma yat yerine yatağın kadar olmasa da rahat yine de yerin dedim. sen ne yapacaksın diye sorunca ateş yakmak için uğraşacağım dedim. yatmamak için itiraz edecek gibi olsa da bunu istemediğimi çok iyi biliyordu.
o yerine yatmıştı. ben de kalkıp ateş için mağaranın kenarında köşesinde bir şeyler bakınıyordum. bizi sabaha kadar idare edecek şeyler bulunca ateşi de mağaranın girişine doğru yaktım. eh içerisi biraz ısınmış gibiydi. ateşin aydınlattığı ortamda baktım ona. masumdu tek kelimeyle masumdu.
sabaha kadar onun yanında duracaktım. uyumamam gerekiyordu. en ufak tehlikeye karşı. ama sabaha karşı yorgunluk zaferi kazanmıştı. uyandığımda onu mağaranın girişinde gördüm. yağmur dinmiş güneş açmış bir haldeydi. beline inen saçlarını hep severdim. şu an karşımda masallardan çıkmış bir güzel vardı sanki.
arkasını dönüp bakınca uyandın mı uykucu diyip sataşıyordu. biraz eğlendikten sonra kalan yemeği de yiyip hazırlanmaya başladık yolculuğun devamı için. keyfimiz fazlasıyla yerindeydi. dinç bir sabah oldu bizim için.
yolumuzun nereye çıkacağını bilmeden yürümeye devam ettik aslında yolumuz kendi hayallerimize şiirlerin içine çıktı. yollarımız kesişti. ona teknenin dümeninde sarıldım mesela denizin içinde bunu ona öğretiyordum kullanmasını. ve bu tekne bizim ellerimizle yaptığımız tekneydi.
ne bu öykünün ne de bu yolun bir sonu oldu. biz sadece kendi öykülerini kendi yollarını çizmesini sağladık gördüğümüz tanıştığımız herkese. en önemlisi de şimşekler de onun için yağmur kadar zevkli ve mutluluk verici artık.